• https://api.whatsapp.com/send?phone=05521012184
  • https://www.twitter.com/@kifsamer
  • https://www.instagram.com/psikologizzetgullu
  • https://youtube.com/@psikologizzetgullu
Algı Tamircisi
www.izzetgullu.net
TEOLOJİK KAVGA
27/11/2017
Rahmetli Yaşar Nuri Öztürk "Kur'an asla teolojik tartışma yapmaz. Söyleyeceği varsa söyler. ‘Hak ile batıl ayrılmıştır, dileyen iman eder dileyen inkar eder' der, çekilir bir kenara. Kur'anın ateizmle, deizmle bir teolojik kavgası yoktur. Sadece şirk ile mücadele eder ki o da aslında teolojik sebeplerle değildir. Şirkin bizatihi zulüm olması nedeniyledir. Kur'anın kavgası zulümledir" der.
 
Teolojik kavga yapmak; din gibi nesnel verilerin ve bilimsel bilgilerin değil de imanın ve inanmanın esas olduğu, kiminin güneşe, kiminin ateşe, kiminin puta, kiminin de ineğe tapabildiği ve her kim neye tapıyorsa şayet en mantıklı yol olarak onu gördüğü, onun dışındaki her inanış biçiminin gözüne otomatik olarak yalan ve yanlış gözüktüğü bir alanda hem gereksiz hem de tutarsız bir yaklaşımdır. Gereksizdir zira teolojik kavga sonunda insanlar kolay kolay ikna olmaz. Çünkü bir teolojik yol edinmiş olanlar ununu eleyip eleğini çoktan duvara asmış, aksi yöndeki bilgilere karşı kendilerini zaten kapatmışlardır. Fikri açıdan hiçbir şey yapamasalar bile iletişimi keser, yine de mevcut pozisyonlarını korumaya alırlar. Yani ne yapar eder, mevcut zihin ve ruh konforlarını korumaya çalışırlar.
 
Teolojik kavganın temelinde; bizim gibi düşünmeyenlerin, bizim gibi inanmayanların ebedi hayattaki yerlerini, mesela cennete veya cehenneme gidecek oluşlarını çok önemsemek gibi son derece yüksek ahlak ürünü olan bir mesuliyet duygusu bulunmaz. Temelde yatan duygu çoğalma tutkusu, dini bir araç olarak kullanarak kitlelere hükmetme dürtüsüdür. Yani daha da derinine inecek olursak ilkel narsizm, gizli kibir ve üstü kapalı egodur.
 
Teolojik kavga aynı zamanda inançlara, tercihlere, dolayısıyla da insanlara saygısızlıktır. İnsanların renk seçimlerine bile saygı duyan bizlerin inanç tercihlerine saygı duymamamız oldukça düşündürücüdür. Teolojik kavga ayrıştırıcıdır. Kutuplaştırıcıdır. Bir arada huzur içinde yaşamaya büyük ölçüde manidir. Ortadoğu bunun en bariz ispatıdır.
 
Her din gibi İslam dini de 1400 senelik tarihi süreci içersinde yüzlerce farklı şekilde algılanmıştır. Bu, tüm dinlerin doğal bir neticesidir. Gerçek bu olduğu halde İslam sanki uzun tarihi süreci içersinde hep aynı çizgide algılanmış, sadece son asırda, örneğin Kur'an İslamı ile ilk defa farklı bir telakki ortaya çıkmış gibi bir hava estirmek doğru ve ahlaki değildir. Din işi bir matematik işi değildir, imtihan işidir. Bu sebeple herkes samimiyetiyle ve hidayetiyle orantılı olarak elbette ki aynı hakikati farklı farklı şekillerde anlayacakdır. Hem hidayet Allah'tandır diye inanıp hem de "Niye hidayette değilsiniz" diyerek insanlara psikolojik baskı kurup manevi işkence yapmak (tekfircilik) tutarsız ve riyakar bir tutumdur ve ahlaki değildir. Müslümanlıkta ahlaki olmayan bir yolla ahlaki bir sonuca varılamaz. İdrar suyu ile abdest alınamaz. Amaca giden her yolu mübah görmenin kimlere ait bir inanç ve felsefe olduğunu burada tekrar etmeye gerek görmüyorum.
 
Peki o halde teolojik mücadele yapmayacak mıyız? Yalanlara ve yanlışlara hiç söz söylemeyecek, böyle gelmiş böyle gitsin mi diyeceğiz? Bu konudaki en doğru yaklaşım şekli bu mudur? Bu yol dinen ve ahlaken ne kadar doğru olur? Haksızlık karşısında susmak şeytana ait bir tutum değil midir? Aslında bu soruların cevabı yukarıda verildi. Dediğim gibi, inanç işi bu! Kendimizi merkeze koyup başkasının itikadi yolunu yalan ve yanlış ilan etmenin doğru olmadığını, kim neye iman etmiş ise o yolun, o yolun yolcularına en hakiki, hatta tek hakiki yol olarak gözüktüğünü az önce ifade etmiştim.
 
Allah dinde bile orta yolu tavsiye eder. Vasat ümmet olmayı öğütler. Öyle ki kendi dininde bile aşırıya gidilmemesini tembihler. Esasında orta yol yaşamın her alanında geçerli olan en doğru, en isabetli yoldur. Ne sevgisizlik ne aşırı sevgi! Ne aç kalmak ne tıka basa yemek! Ne pinti ne de aşırı savurgan olmak! Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür. Kanaatimce burada da bu ölçü geçerlidir. Kuşkusuz ki bildiklerimizi birbirimizle paylaşacağız. Elbette ki söyleyeceğimiz varsa söyleyecek, bilmeyenler için bildiklerimizi duyuracağız. Lakin bu konuda teolojik kavgaya girişmeyeceğiz. Farklı düşünmenin, farklı inanmanın normal ve fıtri olduğunu, Allah'ın insanları farklı kavimler yani farklı inanç ve kültürler halinde yarattığını bileceğiz. Herkesi kendimize benzetmeye çalışmayacağız. Bunun Allah'ın yaratış kanunlarına savaş açmak olduğunu bileceğiz. Farklı düşünüp farklı inanmanın fitne olmadığını, esasında farklılıkları tehdit olarak algılamanın, farklılıklar üzerinde baskı kurmanın bir toplumsal basınç yani fitne yarattığını göreceğiz. Bugün ABD başta olmak üzere birçok ülkede yüzlerce ayrı dini gurup ve etnik kökenden insan vardır. Bu çeşitlilik bir fitne sebebi değildir. Farklılıkları fitne sebebi yapan bizatihi farklı oluşları değildir, bu farklılıkları bir tehdit olarak görüp hoşgörüyle karşılamamaktır. Bir toplumda hakim dini geleneklerin farklı/yeni her inanç biçimlerini bir tehdit olarak görerek üzerlerinde tekfircilik yapmak, hain ve mürtet ilan etmek gibi ucuz ve ahlak dışı yollarla psikolojik ve sosyal baskı kurması esasında fitnenin sebebidir.
 
O halde bildiklerimizi dini ve insani sorumluluğumuzun bir sonucu olarak birbirimize kuşkusuz ki duyuracak, sonra da medenice işimize gücümüze bakacağız. Takdiri kişilere, hidayeti de tek sahibine bırakacağız. Takdiri, seçim hürriyetini yok sayarak imtihanı yok saydığımızı, hidayeti de kendimiz sağlamaya çalışarak Allah'tan rol çaldığımızı, din dışı bir yolla dine hizmet edilemeyeceğini öğreneceğiz.
 
Allah elçisine bile bunu söylüyor. "Sen sadece mesajımızı duyur, sen sadece bildir, sen onlara hidayet veremezsin, bu konuda kendini parçalama" diyor. Evet! Teolojik mücadele konusunda Kur'ani yol tebliğdir, propaganda değildir! Ne yazıktır ki İslam alemi büyük ölçüde tebliği terk etmiş, propagandayı temel metot bellemiştir. Tebliğ sadece duyurmak, sonra da sonucu hür iradeye ve Allah'ın takdirine bırakmaktır. Propaganda ise ne yapıp edip karşımızdakini dönüştürmeye çalışmaktır. Haliyle de bu metot hem peygamberi bir metot değildir hem de iradeler üzerine kurulmuş olan psikolojik ve sosyal baskıdır. Peygamberin en temel dini metodunu terk ederek peygambere itaat olur mu? Dinde baskı da zorlama da yoktur. Dindeki en ufak bir fiziksel yahut psikolojik/sosyal baskı niyetleri ifsat eder, münafıklığa ve riyakarlığa hizmet eder.
 
Bugün ülkemizde hakim dini gelenek ehli sünnettir. Bu yapıya itiraz eden ve nispeten daha yeni bir akım olan dini ekol ise Kur'an İslamı hareketidir. Ülkemizde özellikle bu iki ekol arasında teolojik mücadele had safhaya çıkmıştır. Teolojik mücadele teolojik kavgaya dönüşmediği sürece sorun yok demektir. Teolojik bir kavga ortaya çıkarsa şayet bunun sebebi farklı düşünüp farklı inanmak değil; bu farklılıkları hazmedememek, bu konuda fıtri olan olguya yani sünnetullaha kafa tutmak olacaktır. Bir kişi bıçağı doğru kullanmıyorsa sorun bıçakta ve onu üretenlerde değildir; onu kullanan kişilerdedir. Dolayısıyla bıçağı ve bıçağı ortaya çıkaranları tehdit olarak görmemeliyiz; sadece bıçağı doğru kullanmanın yollarını öğrenmeliyiz. Farklılıkların değil, farklılıkları bir tehdit olarak görme şeklindeki hatalı ve zaman zaman da maksatlı olan algımızın esasında bir fitne sebebi olduğunu idrak edebilmeliyiz. Maksatlı diyorum zira böyle görmek işimize gelmekte, rakimizi daha kolay bir şekilde sindirme yolunda bize avantaj sağlamaktadır.
 
Özetle:
 
Hidayet Allah'tan ise birbirimizi niye hidayette değilsin diye tekfir etmemeliyiz.
 
Peygamberimiz rehberimiz ise onun gibi sadece tebliğ etmeli; takdiri kişilere, hidayeti de tek sahibine bırakmalıyız.
 
Dinde baskı ve zorlamanın sadece fiziksel yolla yapılmadığını, bugün İslam aleminde en yaygın baskı ve zorlama türünün psikolojik ve sosyal baskı olduğunu artık öğrenmeliyiz. Teolojik kavganın en sinsi psikolojik ve sosyal baskı olduğunu bilmeliyiz.
 
Dinde yapılacak en ufak bir zorlamanın bile riyakar kullar, münafık kitleler yaratacağını idrak etmeliyiz. Akılla ve bilimle çelişen şeylerin din değil doğma olduğunu anlayabilmeliyiz.
 
Devlet teolojik mücadelede taraf olmamalıdır. Bu en büyük baskı ve zorlama olacaktır. Devlet sadece teolojik mücadelenin teolojik bir kavgaya dönüşmemesi için adil bir tutum içinde tarafsız kalarak gerekli ortamı sağlamaya çalışmalıdır.
 
Hakim dini geleneğe yönelik olarak ortaya konulan teolojik mücadelenin tek nedeni teolojik sorunları ve bu sorunlara yönelik olarak ortaya konulmasına ihtiyaç duyulan teolojik argümanlar değildir. Bugün ülkemizde Alevilik başta olmak üzere birçok dini gurup vardır ve bunların da bazı açılardan teolojik zayıflıkları bulunur. Oysa kimse onlara yönelik bir teolojik eleştiri getirmez, itikadi itirazlarda bulunmaz.
 
Esasında ehli sünnet denilen hakim dini geleneğe yönelik itirazların artmasının altında yatan etkenlerden birisi de bu akımın güçlendikçe özgürlüklere ve hoşgörüye bakışına dair bazı sıkıntılı argümanlarının ve tarihsel uygulamalarının daha da kuvvetlenerek aktif hale gelebileceğine dair zihinlerde oluşan şüpheler ve soru işaretleridir. Bu, hakim geleneğe karşı insanlarda bir savunma ve kendi inanç ve yaşam özgürlüklerini koruma refleksi uyandırmaktadır. Dolayısıyla hakim dini gelenek teolojik mücadelenin teolojik kavga boyutuna ulaşmamasını istiyorsa bu konuda kendisini revize etmeli, kafalardaki bu yargıyı değiştirmeye çalışmalıdır. Özellikle de özgürlükle ve demokrasiyle olan münasebetini yeniden gözden geçirmelidir. Bu konuda zorlanılacağını zannetmiyorum çünkü Kur'an bu hususta yeterince ikna edici deliller sağlamaktadır.
 
Hakim dini gelenek "Onlar sözü dinler, en güzeline uyarlar" ayetinin bir gereği olarak, ortamda her sözün söylenebilmesinin en doğrusuna uymak için şart olduğunu, bir ortamda her söz söylenemiyorsa orada en güzelini seçip ona uymanın da mantıken mümkün olmadığını görmeli, her yeni ve aykırı fikre fitne, ihanet, hainlik vs diyerek farklı kesimleri rencide ve provoke etmekten kaçınmalıdır. Bu konuda Kur'andaki "Hakkında kesin bilgi sahibi olmadığınız şeyin peşinden gitmeyin" ayeti tek prensipleri olmalı, kesin bilgi sahibi olmadan işlerine gelmeyen her yaklaşımı karalamaktan sakınmalı, uzak durmalıdır. Bu ucuz, ilkesiz, Kur'an ve ahlak dışı mücadele yöntemi yerleşik dindar algısına, müslümanların imajına ve itibarına da ciddi bir darbe vurmaktadır. Dolayısıyla bu ahlaki olmayan Kur'an dışı mücadele tarzına evvela ehli sünnetin samimi bağlıları karşı koymalıdır.
 
1400 yıldır İslam yüzlerce farklı şekilde algılanmıştır. Tarihi süreç sadece ehli sünnet çizgisinden ibaret değildir. İslam ilk defa Kur'an müslümanları tarafından farklı algılanıyor değildir. Bu konuda dürüst ve erdemli olunmalı, sanki İslamda ilk defa ortaya farklı bir ekol çıkmış gibi bir kirli hava yaratmaktan sakınılmalıdır. İslam var olduğu sürece farklı anlamalar olacaktır. Bu dinin bir matematik değil inanç işi olmasının, dünyanın da bir imtihan yeri olmasının tabii bir sonucudur. Dolayısıyla birbirimizi anlamalı, birbirimizin imtihanına katkı vermeye çalışmalıyız.
 
Bu ülkeden başka ülkemiz yoktur. Hepimiz öyle veya böyle bu ülkede birlikte yaşamaya mecburuz. Ya birlikte kardeşçe yaşayacağız ya da gece gündüz birbirimizi yiyerek enerjimizi boşa tüketeceğiz. Sonra da bir avuç İsrail karşısında gökten ebabil beklemeye devam edeceğiz. Bir insanın inanç biçimi bir insana karşı düşman olmaya neden oluyorsa o inanç rahmani değil şeytanidir. Rahmani olan sevgi, hoşgörü, erdem doğurur; kin, öfke, tekfir, dışlama doğuran bir itikadın rahmani olmasına imkan yoktur. Bunlar şeytanın sıfatlarıdır. Güzel bir ağaçtan kötü bir meyve çıkmaz. Biz pazarda meyvemizi ne kadar översek övelim insanların o meyveyi veren ağaca da baktıklarını asla unutmayalım. İslam adına hareket ediyor görünerek takındıkları tavırlarla en büyük darbeyi İslama vuranlara karşı uyanık olmalıyız. Sözlerimi bir düşünürün şu veciz tespitiyle bitireyim: "Bir fikri yok etmek istiyorsanız ona iyi saldırmayın, sadece onu kötü savunun" Ehli sünnete en büyük darbeyi Kur'an müslümanlarının değil kendilerini kötü temsil edenlerin vurduğunu anladıkları günün ertesi sabahı güneş güzel ülkemizin ufuklarından bambaşka doğmaya başlayacaktır.


612 kez okundu. Yazarlar

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın

Yazarın diğer yazıları

Birkaç Fikri Kırıntı - 26/12/2023
Sabahın beşinde
LAİKLİK DİNSİZLİK MİDİR - 24/12/2023
.
Yerli Selefiler Milli Robot Yapmış - 03/02/2023
Hatalı Kandil Algısı - 26/01/2023
Kandil Var mı Yok mu?
Son Risale Dersi - 23/01/2023
Buldum Deme, Hep Ara
Şu Zamanda Akla Kurt Düşürmenin Önemi - 22/01/2023
.
Niyet Ettim Kırbaç İçin Namaz Kılmaya - 22/01/2023
Allah Dışı Kaygılara Kulluk Ettirmek
Mutsuz İnsan Projesi - 21/01/2023
.
Ruhlarımızdaki Şeriat Çatışması - 19/01/2023
Şeriat Yok Diye Yanacak Yıyız?
 Devamı