• https://api.whatsapp.com/send?phone=05521012184
  • https://www.twitter.com/@kifsamer
  • https://www.instagram.com/psikologizzetgullu
  • https://youtube.com/@psikologizzetgullu
Algı Tamircisi
www.izzetgullu.net
NASIL OLSA HER YOL SONUNDA ROMA'YA ÇIKMIYOR MU
30/12/2013
İnsanoğlu harikulade bir uyum yeteneğine sahiptir. Bu yetenek diğer pek çok yetenek gibi ne sadece bazı kişilere has bir meziyettir ne de sonradan sergilenen çok üstün gayretlerle kazanılmıştır. Bu kaabiliyet insan türüne dahil herkesin doğuştan getirdiği çok önemli bir kazanımdır.

Kimini o yoldan kimini de şu yoldan götüren, lakin sonunda herkesi bir şekilde Roma'da aynı şehir meydanında buluşturan bu eşsiz uyum yeteneği olmasaydı eğer yaşadığı kilometrelerce karelik koca şehir kendisine dar gelen biri düştüğü 1 - 2 metrekarelik hapishane zindanında yine öyle ağız dolusu bir neşeyle patlatabilir miydi kahkahayı! Eğer bu yetenek olmasaydı, birini beklediği üniversite bölümünün gelmesi ancak sevindirebilirken dağ başındaki üç haneli bir mecrada yaşayan birbaşkasını ise iki köy öteden yatıya gelecek olan yaşlı halası yahut teyzesi aynı coşkuyla heyecanlandırabilirmiydi!

Bu iki coşku arasında onu yaşayanlar, onu en derinden duyumsayanlar için gerçekte ne gibi bir fark olabilir ki! Bir fark varsa eğer bu aslında zihinlerimizde, bakışlarımızda, gördüklerimizde, daha doğrusu gördüğümüzü zannettiklerimizde değil midir! Gördüğümüz, şöyle ya da böyle dediğimiz herşey koca bir yanılsama mı yoksa!

Yerler, mekanlar, koşullar, şartlar dıştan bakınca ne kadar farklı farklı görünse de aslında herkes ne kadar da herkesle aynı. Herkes, herkes kadar mutlu. Ve yine herkes, ancak herkes kadar mutsuz. Herkes, herkes kadar özgür... Herkes, herkes kadar kısıtlı. Sadece bunları doğuran sebepler farklı aslında hayatımızda, o kadar. Nedenler farklı farklı, sonuçlar ise büyük oranda hep aynı...

Kimimizin kabından taşmaya aday kıpır kıpır ruhunu yaşadığımız muhitteki aşılması güç dağlar sınırlıyor, kimimizinkini içimizdeki nerden çıktığı belirsiz yabani sarp korkular. Birşekilde sınırlandıktan sonra neyin sınırladığının ne önemi var!

Kimimizi dinlediğimiz ve piyasaya yeni sürülen bir kasettteki hit olmaya aday parçalar alıp götürüyor ta uzaklara, kimimizi de altında hayvan otlattığımız ağacın tepesindeki irili ufaklı kuş cıvıltıları. Ne gidebildiğimiz uzaklar birbirinden zannettiğimiz kadar farklı ne de giderken bu romantik yolda yaşadıklarımız!

O halde fark nerede?

Yoksa bütün fark zihinlerimizde mi?

Kimimizi boğaza bakan beş yıldızlı bir restorandaki çeşit çeşit yemeklerin yer aldığı zengin bir akşam menüsü gülümsetiyor en derinden, kimimizi de yerde gazete kağıdı üzerinde serili bir fukara sofrasında tek bir yumruk darbesiyle parçaladığı acılı bir çift kuru soğan keyiflendiriyor... Nerede, neyin üstünde, nasıl ve ne kadar zıplamaya çalışırsak çalışalım; neşenin de hüznün de tavanı ve dibi aynı değil mi sonuçta!

Birinin hayatına yediği sekiz - on kurşun, diğerine de adeta bir saatli bomba gibi çalışan kalbinin bir anlık infilakı son verebiliyor. Bu durumda ölümle nihayetlenen her son aynı son değil midir aslında! Sona varan, aynı akıbete uğrayan için yolun hangisi olduğunun ne önemi vardır ki!

Çoğumuzun üç yüz - beş yüz bin nüfuslu koca şehirde en fazla üç - beş kişidir candan dostu. Diğerlerimizin ise elli - yüz nüfuslu küçücük bir dağ köyünde en az iki - üç kişidir şöyle adam gibi sırdaşı. Muhatap olduğumuz sayı neredeyse aynıyken içinde olduğumuz yerin rakamlarının korkunç büyüklüğünün ya da küçüklüğünün ne önemi olabilir!

Kimimiz alamayız da yiyemeyiz. Kimimiz ise kolestorölümüz yahut şekerimiz yüzünden beceremeyiz bunu... Niçin yiyemediğimizin ne önemi olur, mühim olan yemek olduktan sonra!

Kimi "ayıp" der gülemez. Kimi ise "kişilik" der beceremez. Kimi de "Neme lazım, yüz bulup da astarını istemesinler" diye yapamaz... Kimi imkanı vardır ancak zamanı olmadığı için gidemez, kimi de zamanı çoktur lakin imkanı olmadığı için... Sonuçta her ikisi de aynı sayılmaz mı, gitmekten maksat varmaksa şayet!

Kimi bin bir güçlükle edindiği eğreti makamıyla saygı görür, kimi de sağlam duruşuyla, erdemli, saygı uyandıran karakteriyle sağlar bunu. Kimi yıllarını verdiği uzun eğitim süreci sonunda kazanır üç - beş kuruş, kimi de sokağın kuytu bir köşesinde sattığı gevrek simitlerle edinir nafakasını. Her iki cebe girenin de satın aldıkları ve alamadıkları olduktan sonra netice büyük ölçüde aynı sayılmaz mı, söyleyin!

Kimi fukaranın üzerinde oturduğu kumaşı yırtılmış, altı üstüne çıkmış tahta bir kanepenin ince kıymıkları girer yırtık dizine, kiminin ise milyarlarca lira vererek daha yeni yaptırdığı kartonpiyerin dökülen bir kaç parçası batar gözüne! Kiminin koklarken ucuz gülün dikeni, kiminin de gün aşırı suladığı pahalı kaktüsün sivri dişleri değer tenine. İllaki birşeyler bir yerimize battıktan ve her acıyan da sonuçta hep ruhumuz olduktan sonra ne önemi vardır ki neremize, neyin, nasıl ve niçin battığının. Ruh aynı mayadan, çekilen acı da aynı acıdan bir parça değil mi sonuçta!

Kiminin koluna çift uçlu keskin hasretlik kılıcı iner, kimisinin ayağına da sivri uçlu vefasızlık mızrağı değer. Meydan savaş meydanı, kan - revan içinde, yara - bere içinde kalan hep bizler olduktan sonra ne önemi olur ki bunların yaslı kenarlı mı yoksa sivri uçlu mu olduklarının.

Bugün yahut yarın...

O nedenden ya da bu sebepten...

Şu kadarcık veya bu kadarcık...

Yer, zaman, mekan ve sebepler ayrı ayrı olsa bile hayat aslında herkese büyük oranda aynı şeyi tattırdıktan sonra...

Onlarca farklılığa sahip olan bütün insanları temelde ikiye ayırdıktan, ardından da birilerine varlık içinde yokluk, diğerlerine de yokluk içinde yokluk yaşattıktan sonra...

Hepsini de aynı kaynar kazanın içinde, aynı sıcaklık derecesinde lime lime erittikten sonra.

Ha beş dakika önce, ha beş dakika sonra... Ha beş derece sıcak, ha beş derece daha soğuk...

Erittikten ve eridikten sonra... Her ikisi de aynı değil midir sonuçta!

İllaki ikisinden birisi daha kötü olacaksa şayet, bu, varlık içinde çekilen yokluk değil midir aslında!

O halde yaşadıklarımız değil, yaşadıklarımızın bize yaşattıkları değil midir önemli olan!

Yaşadıklarımızın, sahip olduklarımızın yahut olamadıklarımızın bize yaşattıkları duygular, sevinçler, acılar üç aşağı - beş yukarı aynı olduktan sonra sahip olduklarımıza ve olamadıklarımıza bu kadar kıymet vermek, ne varlara sırf "var" diye çılgınca sevinmek ne de yoklar için sırf "yok" diyerek adeta kıvranırcasına kahrolmak da neyin nesi!

Böyle yapmakla ruhumuzu durmadan hırpalamak, sınırlı yaşam enerjimizi sürekli tırtıklamak da niye!

İnsanoğlunun kendi eliyle kendisine ettiği kötülüğü kimse, hatta düşmanı dahi etmiyor sahiden!

Biz kendimize böyle davranırken başkaları öyle yapmış, şöyle demiş, bunu ya da şunu söylemiş, çok mu!

Bu yazıda anlattıklarımı bir de şiirin şirin diliyle söyleyelim: 

Sonunda çıkıyorsa şayet bütün yollar Roma'ya,

Niçin girer insanoğlu "yok, yok" diyerek ruhi komaya.

Kiminin uçakla bir, kiminin ki de karayoluyla on gün çeker,
 
Olsun, nihayetinde katılmıyorlar mı varınca aynı koroya.
 
 
O halde bırak vasıtan uçak yahut karadaki bir taşıt olsun,
 
Sen de herkes gibi yolcuyken niçin böyle ateşsin, lavsın, korsun.
 
Artık sadece bakmayı bırak, haydı görmeyi de bir dene,
 
Bu yazın da yine saracak mı acaba her yanı şu öldürücü kene :))

 



2484 kez okundu. Yazarlar

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın

Yazarın diğer yazıları

Birkaç Fikri Kırıntı - 26/12/2023
Sabahın beşinde
LAİKLİK DİNSİZLİK MİDİR - 24/12/2023
.
Yerli Selefiler Milli Robot Yapmış - 03/02/2023
Hatalı Kandil Algısı - 26/01/2023
Kandil Var mı Yok mu?
Son Risale Dersi - 23/01/2023
Buldum Deme, Hep Ara
Şu Zamanda Akla Kurt Düşürmenin Önemi - 22/01/2023
.
Niyet Ettim Kırbaç İçin Namaz Kılmaya - 22/01/2023
Allah Dışı Kaygılara Kulluk Ettirmek
Mutsuz İnsan Projesi - 21/01/2023
.
Ruhlarımızdaki Şeriat Çatışması - 19/01/2023
Şeriat Yok Diye Yanacak Yıyız?
 Devamı