• https://api.whatsapp.com/send?phone=05521012184
  • https://www.twitter.com/@kifsamer
  • https://www.instagram.com/psikologizzetgullu
  • https://youtube.com/@psikologizzetgullu
Algı Tamircisi
www.izzetgullu.net
RAHMETLİ ÖZGECAN OLAYININ DÜŞÜNDÜKLERİ
17/02/2015
Dün bir genç rahmetli Özgecan için toplanan kadın protestocuların önünde bu vahşeti kınamak için konuşurken "Her aile kızına bu yapılmaz" mealinde bir şeyler söyledi. 
 
Düşünün, her aile kızına bu yapılmazmış! Aynı zamanda toplumun aynası olan bu delikanlı elim olaya tepki koyarken ağzından algısını, bakış açısını, anlayışını kaçırdı. Muhtemelen bu ülkede böyle bir zihniyete sahip milyonlarca insan var! Bu zihniyet cam fanusun içinde değil; bu toplumda, içimizde mayalandı.
 
Bu algı inşa olurken kim ne yaptı? Sadece elim olayı kınıyoruz demenin ve olayı hukuka intikal ettirmenin dışında? Kitlesel nitelikli yanlış algıların değişmesi için ne yapıldı, nasıl yapıldı?
 
Diğer yandan taciz ve tecavüz gibi olayların dünyada özellikle Ortadoğu gibi kapalı kültürlerde ve daha ziyade başı açık ve modern giyimli bayanlara yönelik olması tesadüf müdür? Bu bariz farkta ahlakı ve edebi kılık kıyafetle özdeş algılatan toplumsal kültürün ve bu kültürün inşasında ciddi rolü olan gelenekçi dini anlayışın da rolü yok mudur? 
 
Giyime kuşama, kılığa kıyafete bakarak insanların edebi, niyeti, tutumu, değer yargıları, cinselliğe bakışı vs. hakkında bir kanaat oluşturuluyor ve bu son derece yanlış olan anlayış halen varlığını sürdürüyor. Böyle bir kültür havuzu içinde kodlanmış zihinler sözgelimi rahat giyimliliği vs. cinsel davet içeren bir mesaj yani cinselliğe açık oluş şeklinde yorumlayabiliyor. Bu yorumlama cüretkar davranışları, hoyrat adımları, sorunlu yönelimleri tetikliyor. 
 
Kapalı muhafazakar toplumlarda insanların bilinçaltı ta çocukluktan itibaren bu şekilde programlanıyor. Dünya taciz ve tecavüz haritasına bakıldığında Rusya, Avrupa, Latin Amerika gibi ülkelerle kıyaslandığında Ortadoğunun, Afrika'nın ve Arap yarımadasının vs. bu konuda bariz bir biçimde öne çıktığı görülüyor. Bu sonuçlar bir rastlantı olabilir mi!
 
Yine örneğin kadını köpek ile birlikte uğursuz canlılar kategorisinde sayan rivayet kültürünün kitlelere din diye sunulmasının vb. süreçlerin de bu coğrafyadaki ortak bilinçaltının oluşmasında bir etkisi yok mudur?
 
Ayrıca muhafazakar kültürlerde yaygın olan katı kadın - erkek cinsiyet ayrımcı algısı da zihinlerde hatalı anlayışların gelişmesine neden olmaktadır. En başka bu ayrım her bireye "insan" odaklı insancıl bakış açısının oluşumunu zayıflatmaktadır. Algı ve bakış açısı ise mahiyetiyle orantılı olarak bazı anlayışların doğmasına yol açmaktadır.
 
Burası çok önemli bir tespittir. O yüzden farklı bir anlatımla tekrar etmek istiyorum: Bireyden bahsedilirken "insan" vurgusu yerine kadın erkek şeklindeki ayrımcı tanımlamanın daha fazla öne çıkarılması insan odaklı algılamaları zayıflatıyor. İnsan odaklı bir bakış açısı gelişmediğinde insancıl duygular, insana has düşünceler ve eğilimler zayıflamaya yahut zayıf kalmaya başlıyor. Böylece karşımızdaki kişiler insan olarak görülmüyor; kadın ve erkek olarak cinsiyet odaklı duygu ve düşüncelerle yani cinsel kimliğiyle sınırlı bir şekilde algılanmaya başlanıyor. Kadın dendiğinde bizler gibi eti, kemiği, duygusu düşüncesi, ailesi, anası babası bulunan bir insan olma yönü değil; cazibesi, giyimi kuşamı, güzelliği çirkinliği gibi yönlerle karakterize olan cinsel kimliği hemen zihinlerde ön plana oturuyor. Dolayısı ile kadına yaklaşımda vs. öne çıkan, merkeze oturan bu sorunlu eğilimler belirleyici olmaya başlıyor.

Bu sorunun aşılması için kadın erkek yerine insan tanımlaması tercih edilmelidir. Kavramların algı, algıların eğilim oluşturduğu unutulmamalıdır. 
 
Son olarak kitap okuyunca bile insanların değişebildiğinden bahsediyorsak her akşam saatlerce tv izlemenin yol açtığı görsel ve işitsel uyaran zenginliğinin zihni, buna bağlı olarak da duygu, düşünce, davranış, tutum, değer yargıları noktasında insanı bütünüyle etkilemediğini düşünebilir miyiz!
 
Bu bağlamda son yıllardaki birbirinin birebir kopyası olan televizyon dizileri insanın insana olan sevgisini, şefkatini, saygısını dinamitleyen, nefret, öfke, asabiyet tohumları eken bir misyon üstlenmiş durumdadır. Bu dizlere beş dakika bu gözle bir bakınız! Sürekli yüzü asık, baştan sona agresif, sürekli tartışan, sürekli birbirine bağırıp çağıran karakterlerle ve sahnelerle dolu olduğu, hatta dizilerin baştan sona bu hırçın, çtışmacı ve kavgacı dramatik çizgide sürdüğü görülecektir. 
 
Böylece bu tavırlar, bu tip tutum ve davranışlar rol model mekanizması yoluyla kitlelere dayatılmaktadır. Baştan sona agresif bir dil, sert konuşmalar, aşağılayıcı imalar, ters tavırlar, kavgalar, ihanetler, patolojik duygusallıklar, garip ağlamalar, hırçın tavırlar, ukala tepkiler, kaba diyaloglar, seviyesiz üsluplar, hor, aşağılayıcı ve hakir görücü bakışlar vb. bir yığın olumsuz rol ve karakter örneğinin modelleme yoluyla kitlelerce farkında bile olmadan içselleştirilmesi sağlanmaktadır. Bunlar telkin etkisi yaratarak insanların zihinsel ve ruhsal anlamdaki olumsuz dönüşümlerini, böylece gündelik gerçek yaşamlarına da yansımasını hızlandırmaktadır.
 
Bu hususlarda algı eğitimi noktasında gereken adımlar atılmadığı, doğru bir kavramsallaştırma yapılmadığı, doğru bir ortak toplumsal dil geliştirilmediği, kavramların algı inşa ettiği gerçeğinin göz ardı edildiği, gerek gündelik yaşamdaki yaklaşımlarda gerekse şiddeti tanımlarken kadın - erkek ayrımına vurgu yapıldığı, insanca duygu ve düşünceleri tetikleyen, çünkü bilinçaltımıza bunlarla yerleşmiş / kodlanmış olan "insan" tanımının daha çok öne çıkarılmadığı, şiddetin kadın erkek, büyük küçük, psikolojik fiziksel ayrımı yapılmaksızın her türlüsüne aynı motivasyonla karşı çıkılmadığı, psikolojik şiddetin fiziksel şiddeti, erkeğin erkeğe şiddetinin kadına şiddeti, küçük şiddetin daha büyük şiddeti, umursamadığımız sokaktaki şiddetin aile ortamındaki şiddeti, çocukluk evresinde orada burada göz yumulan şiddetinde yetişkin şiddetini mayaladığı gerçeğinin idrak edilmediği ve hepsine de aynı hassasiyetle tavır alınmadığı, eğitim sürecinde sevgi, insanlık, saygı, erdem gibi her çeşit insanın bir arada yaşaması için gerekli olan evrensel ortak değerler daha da önemli hale getirilmediği ve bunlara daha çok vurgu yapılmadığı, en önemlisi de bu kişiler ruhsal hasta olarak tanımlandığı, böylece gerçekçi çözüm arayışları önlendiği sürece ne şiddeti ne de benzer toplumsal olayları önleyebiliriz.


 

 



1199 kez okundu. Yazarlar

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın

Yazarın diğer yazıları

Birkaç Fikri Kırıntı - 26/12/2023
Sabahın beşinde
LAİKLİK DİNSİZLİK MİDİR - 24/12/2023
.
Yerli Selefiler Milli Robot Yapmış - 03/02/2023
Hatalı Kandil Algısı - 26/01/2023
Kandil Var mı Yok mu?
Son Risale Dersi - 23/01/2023
Buldum Deme, Hep Ara
Niyet Ettim Kırbaç İçin Namaz Kılmaya - 22/01/2023
Allah Dışı Kaygılara Kulluk Ettirmek
Şu Zamanda Akla Kurt Düşürmenin Önemi - 22/01/2023
.
Mutsuz İnsan Projesi - 21/01/2023
.
Ruhlarımızdaki Şeriat Çatışması - 19/01/2023
Şeriat Yok Diye Yanacak Yıyız?
 Devamı