• https://api.whatsapp.com/send?phone=05521012184
  • https://www.twitter.com/@kifsamer
  • https://www.instagram.com/psikologizzetgullu
  • https://youtube.com/@psikologizzetgullu
DENEME: UZAKLARDA BİR YERLERDE

UZAKLARDA BİR YERLERDE GÜNEŞLER DOĞUYOR. YA BİZİM İLLERDE BARIŞ ABİ

Barış abi bugün günlerden cumartesi. Bir alışveriş merkezinin bahçesindeki yeşil alanda çoluk çocuk oturuyoruz. Görüyorsun, yeşil alanın bile AVM’ lere yakın olanını seçiyoruz. Bir an için gözüm ilişiyor, karşımda, “Çimlere Basmak Yasak” yazıyor. Doğadan alabildiğince koparılmış biz insanoğluna doğaya ait ufacık bir parça olan çimlere basmak, yani şöyle ayakucuyla dokunmak bile yasak edilmiş. Böylece doğayı hissetmemiz zorlaştırılmış, onu unutmamız için gereken her şey yapılmış sanki. Adeta bizlere doğada bedavaya değil, AVM’ lerde bol para harcayarak geçir zamanını denmiş! İllaki doğa diyorsan bak getirdik bir numunesini, dışarıda, dilediğin kadar bak ama sakın basma! Daha da ısrar ediyorsan portatifini satıyoruz, al bir tanesini, götür ser evine, ona bas dilediğince! Şimdi, “Gül bağban olunca gül kokusunu nereden bulabiliriz diye soruyorlar. Gül suyundan!” diyen Mevlana geldi aklıma!

Çoğu kişi doğanın yolunu çoktan unutmuş. Ara sıra gidenler de doğa için değil, mangalın hatırına çalıyorlar kapısını! Şehirde mangal yakmak yasak, biliyorsun! Bunların önemli bir kısmı da doğayı göstermelik bir, “Aaa ne güzel bir yer dimi” sözüyle geçiştiriyor. Kalan kısmı ise sanki birbirlerini ilk kez görmüşler gibi yaparak tabiatın muhteşem kokusundan ve renginden habersizce sohbete tutuşmuşlar. Bunların azımsanamayacak bir kısmı ancak antidepresanla ikame edebiliyorlar, yaşamlarından bu şekilde çaldıkları mutsuzluklarını! Çoğu, ayıkmasınlar diyerek mutsuzluklarına “hastalık” adını veren global tüccarlarca, “Ha bugün iyileşeceksiniz, ha yarın…” diyerek avutulduklarının farkında bile değil. İnsanlar “hastasın” denilerek ne mutsuzluklarını ne de nedenlerini sorgulamaz bir hale getirilmişler. Bunu zaten kendileri bile kanıksamışlar, yaşamlarına, ”Yuvarlanıp gidiyoruz” adını vermişler! İnsanoğlu; doğada rengi, kokuyu, görüntüyü bırakıp kömür dumanında ve kokusunda mangal yaparak, kırk yılın başı çıktıkları yolculuklarda ise evlerinde bir kez olsun akıllarına gelmediği halde kitap okuyacakları tutarak, yani ilk defa gördükleri yerlere / manzaralara sırtlarını dönerek tuhaf bir davranış örüntüsüne sahip olmuşlar!

Tüm bunları düşünürken telefonumda şuan, “Dönence” adlı parça çalıyor. “Gün çoktan döndü buralarda. Simsiyah bir gecenin koynundayım, yapayalnız” diyorsun. Sen karanlık bir gecenin koynunda yapayalnızsın. Bizler aynı şehirde yaşadığımız binlerce kişinin içinde güpegündüz yapayalnızız artık. Sosyal çevre dediğimiz onca kalabalıkların koynunda yalnızız biz! Kimse kimsenin kapısını çalmıyor. Senede üç - beş hısım akraba gelirse de en fazla sevdikleri dizileri izleyip gidiyorlar. Hatta yolda kaza yapanı bile kimse arabasına almak istemiyor. Karakola falan giderim, başım ney ağrır diye. Nehre düşmüş çırpınan, batmak üzere olan çocuğa bile etraftaki kalabalıklar balık ağı ile yaklaşıyorlar Barış abi. Bir can için bile suya atlayan yok artık bu illerde! Suya en fazla yaz aylarında tatil için gidildiğinde atlıyor insanlar!

“Uzaklarda bir yerlerde güneşler doğuyor” diyorsun şarkında. Orası neresi Barış abi, çok mu uzak! İstesek gidebilir miyiz peki! Uzaklarda doğan bu güneş niçin yaşadığımız bu yerlerde ışıldamıyor yıllardır. Niçin yansıyan ışınlarıyla ruhlarımıza ılık ılık esen bir ilkbahar sevinci ve neşesi getirmiyor. Neden ilişkilerimiz, yaşadığımız çevre, velhasıl her şey bu kadar soğuk!

“Uzaklarda bir yerlerde türküler söyleniyor” diyorsun şarkının devamında. Sahi o uzaklar neresi, bu dünya üzerinde bir yer mi, bilemiyorum. Açıkçası çok merak ediyorum. Sen öyle diyorsan öyledir, “İnşallah” diye temenni ediyorum sadece. “Uzaklarda bir yerlerde türküler söyleniyor” diyorsun. Oysa yakınlarda, bu yerlerde, sensiz olan bizim illerde artık türkülerin esamisi bile okunmuyor. Rap, pop, caz çalınıyor her yerde. Yeni kuşak türkü dinleyince adeta aşağılık kompleksine giriyor! Hele arabesk dinleyeni alenen ayıplıyorlar!

Derin bir “Of” çekerek, “Ali yazar Veli bozar” diyerek söylediğin şarkıda sıra... Şimdi o çalıyor! Mahallemizde Ali’nin yazdığı her şeyi Veli bozmaya devam ediyor Barış abi. Mesela geçen sene sınav sistemi, bu sene de ilkokula başlama yaşı değişti! “Gözümde yaş görseler, erkek ağlar mı derler” diyorsun, duyuyorum! Şimdilerde sadece ağlayan erkeği değil, kadını da ayıplıyorlar artık. Buna da bir kulp taktılar, “Zayıflık Belirtisi” diyorlar. Açıkça, “Ağlama, içine at ki sahiden hasta olasın” diyecek değiller ya! Artık ne başkası için ağlayan erkek var anlayacağın, ne de merhametinden gözyaşı döken duygu yüklü kadın! Kimse kendisi için olmadıktan sonra tek bir damla yaş akıtmıyor; üstüne lens takılı, altı ise sürmeli olan süslü gözlerinden!

“Rahmet yağarken dostlar, ben ıslanmışım çok mu” diyorsun. Millet rahmette ıslanmaktan şeytandan kaçar gibi kaçıyor Barış abi. Televizyonlar yağmuru ve kar yağışını öyle bir üslupla veriyor ki sanırsın kıyamet ya koptu ya da kopmak üzere. “Kar ülkeyi esir aldı… Yağmur hayatı felç etti…” diye diye milleti kardan ve yağmurdan nefret eder hale getirdiler. Bunlar yağmayınca, “Öldük, bittik, mahvolduk…” diyerek feryat figan edenler yine kendileri olmasalar “hadi” diyeceğim, neyse!

“Küp suyunu çeker azar azar” diyorsun. “Keskin sirke küpüne zarar” sözünü de ekleyerek! Küp işi hakkında ne dersem diyeyim, boş. Fazla bir bilgim yok çünkü! O yüzden ona fazla bir şey söylemek istemiyorum! Ancak, “Keskin sirke küpüne zarar” işi eskidenmiş Barış abi. Artık keskin sirkenin zararı küpüne değil, başkasına oluyor. En çok da o küpü ellerinde taşıyana, o küpe gözleri gibi bakanlara! Çünkü cinnet geçiren keskin sirkeler ufacık şirin çocuklarını, öfkeli adam saçını süpürge eden karısını, asabı bozulan bir başka keskin sirke de kurban bayramında kendisine et getiren komşusunu doğruyor artık bu illerde. Öyle ki öldürdüğünü üstüne testere ile kesmeyene, cesedi bavulda üç – beş yıl saklamayıp açıkça karakola gidip teslim olana insanlık namına ayağa kalkıp saygı duyacağız neredeyse!

“Bir gün dönsem sözümden, düşerim dost gözünden” diyorsun. Bir yalan için gözünden düşürecek öyle dostlara can kurban! Nerede öyle dostlar Barış abi, kaldı mı, varsa göster bana ne olur! Şimdilerde bir kere yalan söyleyen değil, doğru söz söyleyen düşüyor dostların kadir bilmez gözünden. Sadece gözden düşmekle de kalmıyor, bu kişiyi el birliğiyle dokuz köyün tamamından da kovuyorlar üstelik!

“Barış yolun sonunda. Yürü demek boşuna” diyorsun, şarkının sonlarına doğru. Sadece sen misin yolun sonunda olan. Biz de toplum olarak yolun sonundayız esasında! Sen yine yolun sonunda olduğunu görüyorsun, biz onu da göremiyoruz. Ekonomik parametrelerden başka ilgilendiğimiz hiçbir şey yok artık! “Ekonomik göstergeler iyi ise her şey iyi” gibi bir materyalist algıyla yaşayıp gider hale gelmişiz. Değerlerin yerini ekonomi, onurun ve şerefin yerini para, insanlığın yerini de bütçe açığı yahut fazlası kavramları almış gibi!

“Gül Pembe” şarkısı çalıyor şuan. Gül Pembe! Milli Gençliğimizin sizin gibi idealleri yok, çoğu çevrelerindeki Gül’leri ve Pembe’leri günü birlik aşkları için kafalama derdiyle dertlenmiş! Tüm tavırlar ve davranışlar özgünlüğünü yitirmiş, gençlik ortak bir tornadan çıkmışçasına benzer halde! Saçlar dik, benizler solgun, tavırlar yoz, konuşmalar sığ, tepkiler bizim oralara uzak. Tuhaf tripler, kurlar, pembe denilen yalanlar, satanizme kaymış kıyafetler, asabi jest ve tavırlar en rağbet gören kişilik özellikleri. Efendiliğin yerini züppelik, saygının yerini dik kafalık, şefkatin yerini numara ve kur, vicdanın yerini egoizm ve haz almış.

“Bizim iller sensiz olamadı Gül Pembe” diyorsun bu şarkıda. Ahhh o vefalı iller, ahh! Sizin o hala unutamayan vefalı illere can kurban! Bizim iller en fazla üç gün sonra unutur oldu. Gideni mevlidinde pilavlı kebabını yedikten sonra hatırlayan pek kalmadı. Bizim iller kendisi için şehit düşen bir vatan evladının cenazesine bile doğru düzgün katılmıyor artık! Bizim iller milli bayramlarda bile belediye cezası olmasa şayet pencere ve balkonlarına bayrak asmaktan imtina ediyor! Bizim illerin artık tek derdi geçim, bol para ve zevk-i sefa. Bizim iller giyim - kuşam ve daha güzel bir yaşam derdinde!

“Barış der ki” diyorsun. Bırak, deme boş yere Barış abi, dinlemiyorlar! Boşuna nefesini tüketme! Biz Barış’ı çoktan unuttuk! Polis ve askerlerimizi yolda / sokak ortasında pusu kurup kalleşçe katledenlerin dilinde şimdilerde Barış sözcüğü. Benim gibi öz yeğeninin adı bile Barış olanlara ise ırkçı diyorlar!

“Unutma ki dünya fani, veren Allah canı, ben nasıl unuturum seni, can bedenden çıkmayınca” diyorsun son olarak! Ne dünyanın faniliğini düşünen var artık, ne de dediğim gibi, can çıkmadan unutmayacak o eski babayiğitler mevcut! Eşini kaybedene, olur da kırkını beklerse şayet, “Helal olsun adama” deniliyor, tutucu olarak bilinen mahallemizde bile. Bizim illerde Allah adını bile çok az bir kesim alıyor ağzına. Kalan kısmı bu ismi en fazla günlük konuşmalarında, “Allah korusun kız, sahi mi diyorsun” gibi cümlelerde lafın gelişi icabı kullanıyor en fazla! Allah dersen gerici, demezsen ilerici oluyorsun bizim illerde! Bizim illerde ilerici olmak da gerici olmak da o kadar kolay ki! Nasıl olduğunun, üretip üretmediğinin hiç önemi yok, bir lafa bakıyor hepsi!

VELHASIL BARIŞ ABİ

Sen gideli kağıt ve kalemden çok bıçak, silah ve kumanda tutan bizim illerdekilerin elleri aile içi bol ensest ilişkili dizilere reyting rekorları kırdırıyor!Baba kız, ana oğul hep birlikte yakışıklı yeğenin amcasının masum hanımıyla girdiği ilişkileri çekirdek çıtlatarak izliyoruz artık. Sayelerinde artık masum denilen kişilere bile, “Baba sen öyle zannet” diyerek aynı gözle bakar olduk! Namaza denk geldiği için dizinin başını kaçıran abla ve teyzeler ne olup bittiğini daha abdestlerini dahi bozmadan evin ufak kızına anlattırıyorlar. Yani ne yapıp ediyorlar ama asla kaçırmıyorlar, mutlaka öğreniyorlar olup bitenleri! Duy, müjdeler olsun, sevin gayrı, medeni olduk biz Barış abi.

Senden sonra manalı sözler unutuldu, artık şarkı sözlerimiz bile, “Bi kereden bir şey olmaz” diyerek yeni kuşaklara şeytani ilhamlar aşılıyor. Biz maskeli kişiliklerimiz dışında, özellikle de yaşam tarzımız noktasında artık o kadar şeffaflaştık ki. En mazbut denilen kanallarda dahi gösterilen bazı reklamlar erotik filmlerin yatak öncesindeki hazırlık sahnelerinden farksız! “Suçu Ne” denilen Fatmagül ve benzerleri sevgilileriyle ailemizin ortasında sevişirken bunların da bir bölümü arkalarına aldıkları mütedeyyin izleyici kitlesini reklamlar yoluyla soyuyorlar değerlerinden! “Veren mütedeyyin, alan mütedeyyin olduktan sonra aradaki reklamın nasıl olduğunun ne önemi var ki” dercesine!

Dediğin gibi, “Unutma ki dünya fani, veren Allah alır canı” bir gün Barış abi, değil mi!

Başka ne diyelim, söyler misin!

Toprağın bol,

Ruhun şad,

Mekanın cennet olsun!

Psikolog
İzzet Güllü

  
3702 kez okundu

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın