• https://api.whatsapp.com/send?phone=05521012184
  • https://www.twitter.com/@kifsamer
  • https://www.instagram.com/psikologizzetgullu
  • https://youtube.com/@psikologizzetgullu
MEVCUT PSİKİYATRİ TOPLUMA ZARAR VERİYOR

RUHU DOKU YA DA ORGAN SANAN PSİKİYATRİ

Akıl hastalıklarını büyük ölçüde kenara koyan, duygu durum odaklı daha popüler şikayetleri rantabl bulan mevcut psikiyatri üç – beş kişiyi tedavi ediyor görünürken geri kalan sağlam çoğunluğu sahiden hasta ediyor.

Çünkü ekran başında çok oturdukları için başı ağrıyan kişilere "tümörü var" muamelesi çekiyor, ağrıkesici veriyor. Böylece, baş ağrısı kısmen de olsa hafifleyen kişiler ekran başında daha fazla oturma yanlışına devam ediyorlar. Sonra da kiminin gözü bozuluyor, kiminin de belinde tabiri caizse fıtıklar oluşuyor.

Mevcut psikiyatri eşyanın tabiatına ters olan bu yaklaşımı doğru tedavi olarak sunuyor, en kötüsü de bunu sahiden inanmış olarak yapıyor.

Bu anlayış geleceğe dair ümitleri iyiden iyiye yok ediyor ki en kötüsü de bu olsa gerek.

ASRIN ALDATMACASI: PSİKİYATRİ

Darwinizm bir aldatmacaydı. "Doğada güçlü olan yaşar, güçsüz olan elimine olur" derdi. Oysa kirpi, kuş, tavşan, solucan gibi nice güçsüz varlığın milyonlarca yıl önceki haliyle hala ayakta olduğunu ortaya koyan bilimsel fosil kayıtları bu akla ziyan teoriyi son yıllarda iyice alaşağı etti. Kanaatimce şimdi sırada psikiyatri var. İnsanoğlunun bilim adı altında ne de kolay aldatılabildiğine Darwinizmle şahit olmuş bulunan insanların bunun bir istisna olmadığını kabul etmeleri eminim ki artık daha kolay olacak! "Psikiyatri düşmanı" gibi hamasi reflekslerin dışında ciddi, mantıki ve bilimsel temelli savunmalar da artık fazla gözlenmiyor. Tek umudu sürekli değişen gündem ve hafızası nisyan ile malul olan insan beyni olarak görülüyor!

MADEM HERŞEY BEYİNDE İSE...

Her şey madem tamamen beyindeki yapısal anomali meselesi. O halde psikiyatri alanını derhal nörolojiye terk etmeli. Çünkü beyin işinde nöroloji kadar uzman olmaları mümkün değil. O halde işi o alanın asli uzmanlarına terk etmeleri gerekir. Biyo yani nörolojik (beyinsel) boyutu nörologlar, psiko (psikolojik) boyutu psikologlar, sosyal boyutu da sosyal hizmet uzmanları kadar bilemeyeceklerine göre sürekli bahsedilen ekip işbirliğinin nörolog, psikolog ve sosyal hizmet uzmanları şeklinde olması daha bilimsel, dolayısı ile nitelikli sağlık anlayışına daha uygun duruyor.

AKTİF ÇÖZÜMÜ ENGELLİYOR, PASİFLİĞE ŞARTLIYOR

Mevcut psikiyatri kişilerin iç dünyalarında yaşadıkları sorunların dış dünyadaki asıl köklerine ulaşmalarını, bu konuda arayışa geçerek aktif ve sağlam, daha köklü çözümler üretmelerini engelliyor.

Biyopsikososyal bir varlık olan insanların ufkunu dışındaki gerçeklerden koparıyor, iç dünyalarına, daha doğrusu beyinlerine, hatta beyinlerindeki tek bir maddeye indirgiyor. "Hastasın, adı da şu" diyerek beyinleri olmayan hastalıklar üzerine kilitliyor. Kilitlenen beyin sorunu hastalık boyutuna vardırıncaya dek beslemeye başlıyor. Her besleme işi büyütmeyle, her büyütme de daha çok, daha sık etkilenmeyle sonuçlanıyor. Süreç büyük ölçüde böyle işliyor.

İnsan ruhuna sanki bedeniymiş gibi yaklaşıyor. Kişileri hayattan, kendilerine dayatılan olumsuz yaşam koşullarından uzaklaştırıyor. Bunları ve tüm bunların önemini - etkisini unutturuyor, göz ardı ettiriyor. Doğadaki etki – tepki kanununa aykırı iş yapıyor, bu fıtri mekanizmayı "tedavi" adı altında adeta bozmaya çabalıyor.

Evet, kişilerin dış dünya ile değil, kendileriyle uğraşmalarını, tıbbi anlamda sahiden hasta olduklarına inanmalarını sağlıyor. Haliyle patlayan apandisti ile değil de ağrısıyla uğraşan kişiler kısa sürede zehirleniyor. Sonra da çıkıp, "Hata yaptım" demiyor; ya, "Psikiyatri düşmanlığı var" diyor ya da, "Kronik, ömür boyu ilaç kullanmanız" lazım demeye getiriyor, hatta diyor. Nasıl olsa gerçek apandist gibi bu sorunlar öldürmüyor, en fazla süründürüyor!

Adeta bir mesleğin yanlışlarla da olsa yaşaması uğruna birileri sürünmüş ne çıkar ki denilircesine!

SORUN MEVCUT PSİKİYATRİDE

Mevcut psikiyatri (gerçek psikiyatri demiyorum) bu yüzden psikologlarla çok uğraşır. Sürekli onları en yumuşak karınları olan eğitim yerleriyle ve süreleriyle vurmaya kalkışır, bir bakıma halk nezdinde ki itibarlarıyla oynar. O sebeple psikologların en fazla dizi dibinde çalışacak olanına sıcak bakar. Ayrı ve bağımsız çalışan bir psikolog gördü mü adeta nevri döner. Mevcut psikiyatriye göre bu meslek elemanları ya sadece (özellikle kamuda olanları) zeka testi yapmalılardır ya da dizinin dibinde bulunmalıdır.

Evet psikologun konuşması birileri için tehlikelidir! (Oysa konuşmanın tehlikeli olduğu nerede görülmüştür). Çünkü psikolog anlatır, farkındalık kazandırır, yol gösterir, daha köklü, daha kalıcı çözümler üretir. En fazla faydalı olamayabilir, ancak bir zararı asla olmaz. İlaçlar gibi intihar artırıcı yan etkileri falan asla yoktur.

Sadece bunları yapmakla kalmaz psikolog, bir de kişilere bunları yapabilmeleri için destek olur. İnsanlara hasta olmadıklarını, sadece duygu veya düşünce odaklı, ağır veya hafif olabilen bazı sorunları bulunduğunu, bilimsel bir konuşmanın ilaçtan ne kadar güçlü olduğunu, en önemlisi de ilaçsız da yaşanabileceğini gösterir. Tıp ve hekimlik adı altında işlenen cinayetler neticesinde 5, 10 yıldır ilaç kullanan hastaları bile etkili bir yaklaşımla iki - üç seansta mucizevi değişimlere şahit eder. Bu nedenle o (bazı istisnalar dışında) asla, "Önemli olan halkın kazancı, ha ben faydalı olmuşum ha bir başkası, ne fark eder ki. Dileyen ona gider dileyen bana gelir. Yeter ki halk faydalı çıksın" diyemez.

OYSA GERÇEK ÇOK BAŞKADIR

Sarı ikaz lambası: Stres

Stres ağır iş ve yaşam koşullarına verilen, "Bünyeme uygun değil, dikkat, bu süreç devam ederse beni hasta edecek" mesajıdır. Psikiyatri bu sesi hastalık olarak görür, ilaç verir ve bu dost sesi kesmek için uğraşır. Allah'tan kesemez, çünkü elindeki ilaçların bu etkisi tartışmalıdır. Kişiler böylece ne ağır iş ve yaşam koşullarını sorgular, ne de daha başka adaletsizlikleri. Sorun dış dünyada değildir, içlerinde, kendilerindedir çünkü. Stresi vardır.

Bu durumdan memnun olan bir kısım psikologlar ise ilaç yazamadıkları için "hastalık yok" diyecek değiller ya, onlar da koşullarla değil de kişilerle (stresle mücadele, stresi azaltma teknikleri adı altında) uğraşarak stresi yok etmeye çalışırlar. Yani onlar da nedenlerle değil, son derece doğal sonuçlarıyla uğraşırlar. Bu durumda psikiyatristlerden kaçanlar psikologların ağına yakalanmaya, ancak kesinlikle bu sorunun gerçek nedenlerini görmemeye, dış dünya ile değil de en fazla kendileriyle uğraşmaya mahkumdur artık. Kendisiyle uğraşmaya başlayanın kime ne zararı olur ki! Üstelik bunun başta ilaç firmaları olmak üzere birçok kişiye faydası bile vardır! Hem bu hasta için de iyidir, yorucu zihinsel ve ruhsal meşguliyettir!

Turuncu alarm zili: Anksiyete:

Stres ile verilen sarı yani hafif ikazı işitemeyenler için muhteşem doğamız bizi yine ihmal etmez, uyarmaya devam eder. Bazen azalan bazen de artan derecelerde sıkıntı üreterek bizi ikaz eder. "Doğru ebeveyn ve/veya iyi bir eş olmada, iş akışında, mesai mefhumunda, eve gelince ki davranışlarında, boş zaman algında, meşguliyet biçiminde, velhasıl yaşamı yaşama yönteminde sorun var" demeyi sürdürür. Tabi ki yine kendi dilinde, ve tabi î ki anlayabilene.

Aslında filozoflara gitmesi gereken bu kişiler bu meslek çoktan pratik yaşamın içinden koptuğundan yine hekimlere gider. Çünkü insanlar buna yasal dayatmalarla mecbur edilir. Hekim şöyle bir dinler, "Hıııı, anksiyetesi var" der. Yani sorun meyvesi algılarında, yaşama biçiminde...Bu ağacın kökleri de hayatın içinde değil; sende, hem de beyninde:

Bak, madden eksilmiş. Gel yerine koyalım. Nasılsa SGK ödüyor ücretini. Senin ödeyeceğin tek bedel böbrek ve karaciğer fonksiyonların!

Al şu ilacı ve madden tamamlansın. Aşağı yukarı 6 ayda tamam olur. Olmazsa uzatırız, yetkimiz var şükür!

Mevcut psikiyatri çok zekidir, o 6 ay gibi nispeten uzun bir zaman sonra zaten kişilerin yaşamlarında doğal akış gereği bir takım şeylerin düzeleceğini çok iyi bilir. Süreç sonunda bu doğal yollu iyileşmenin kimyasal ilaca yükleneceğini de...

Nasılsa 6 ay sonra kıştan bahara, bekarlıktan evliliğe, ağır borç yükünden ödeme aşamasına, ayrılık acısından da alışma safhasına geçen kişiler aslında bu türden tabii sebeplerle düzelseler bile şifayı ilaca bağlarlar! Hem böylece bu ilaçların plasebo etkisi artırılmış, kimyevi noktadaki düşük etkisi gözlerden gizlenmiş de olur!

Kırmızı alarm lambası: Depresyon

Sorunlar kısmen ağırlaşır. Ağlama krizleri de dahil bazı bedenselmiş gibi duran belirtiler de nüksetmeye başlar. Organizma, "Eşinle iletişim eksenli sorunların var, yaşamı algılama şeklin hala problemli, bu doğama uygun düşmüyor. Ayrıca iş tempon ağır, hayatı ihmal ediyorsun, makinaya dönüştün. Beni senin işlerin değil, sağlığın ilgilendiriyor, bak son kez uyarıyorum seni, yoksa yatağa düşürcem yakında..." mesajlarını iyiden iyiye artırmıştır artık. Kişiler başka seçenekleri bulunmadığından yine doktora giderler. Doktor hemen bakar ve, "Depresyon var" der. Yani hiçbir şeyde sorun yok aslında, sorun sadece sende, beyninde. Makinanın yağı azalması misali serotonin miktarı düşmüş! Kişi insan olmanın, hayatı sorgulamanın, sorgularken etkilenmenin bedelini - cezasını artık kendisiyle, olmayan hastalığıyla uğraşmakla ödemeye hazırdır.
"Sen misin sorgulayan, işin gerçek dibine – köküne inmeye çalışan, ben seni hasta edeyim de gör" dercesine!

Uyuş ve otur yerine, sana ne bu sorunlardan! Bunlar hastalık, hastalık da bizim işimiz. Sen sadece hapı yut! Bak sorun sende, üstelik de beyninde!

Mevcut psikiyatrinin bu cinnet hali sorgulayana "Hekim değilsin, anlamazsın" ucuz çıkışlarıyla, ilaç içmeyene, "İntihar riski var" korkutmacasıyla, bunları yazana da, "Seni gidi psikiyatri düşmanı seni" tehditleriyle sürüp girmekte.

Kuzu postu altına saklanarak halk sağlığını tehdit eden her şeye düşman olmayı olsa olsa şeref sayan birilerinin hala bu dünyada yaşadığını unutmuş olarak!

İzzet Güllü

Psikolog

  
3834 kez okundu

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın