• https://api.whatsapp.com/send?phone=05521012184
  • https://www.twitter.com/@kifsamer
  • https://www.instagram.com/psikologizzetgullu
  • https://youtube.com/@psikologizzetgullu
EVLİLİK: MUTLU BİR EVLİLİK İÇİN BİR KAÇ SÖZ

Mutlu Evlilik: Sağlıklı Bir Evlilik İlişkisi İçin Neler Gereklidir

İnsanlarda kendi yaptıkları işleri abartma, olduğundan daha karmaşık ve zor gösterme eğilimi mevcuttur. Bunun altında aslında bir dizi psikolojik sürecin elbette ki rolü vardır. Ancak bunların içersinden en önemlisi işini / alanını profesyonelleştirme eğilimidir.

Çok eski devirlerden beri, dünya üzerindeki hemen hemen her toplumda aileler kurulmuş, haliyle karı koca ilişkileri söz konusu olmuştur. Bunların önemli bir bölümü evliliklerini çok az bir sorunla yıllarca sürdürmüş, sorunlu evlilikler ve boşanma oranları hiçbir devirde günümüzdeki kadar fazla olmamıştır. Üstelik o devirlerde günümüzdeki gibi uzmanlar, aile danışmanları ve terapistler de mevcut değildir.

Ne enteresan değil mi! Bilgi arttı, eğitim seviyeleri yükseldi ancak sorunlu evlilikler ve boşanma oranları tarihin hiçbir devrinde görülemeyecek kadar çoğaldı. Bu noktada akla gelen, “Sorunlar çoğaldığı için mi uzmanlar çoğaldı yoksa uzman sayısı arttıkça mı sorunlar fazlalaştı” sorusunun cevabını bir kenara bırakıyorum. Aslında söz konusu sorunların gerek analizi gerekse çözümü için gerekli olan bilgilerin son derece sınırlı bir içeriğinin olduğu, mesela bunları toplasanız birkaç sayfayı geçmeyeceği gerçeğini dikkatlerinize sunmak istiyorum.

Bunlara dikkat edenlerin ya sorunsuz ya da evliliklerine tesir etmeyecek şekilde çok az bir sorunla yaşadıklarını bilmemiz meseleye çok karmaşık, fazla teknik bir iş gözüyle bakma hatasına düşmemizi engelleyecektir. Böylece sorunsuz bir evliliğe dair motivasyonumuzu daha yolun başında azaltma olasılığımız da ortadan kalkacaktır. Bu nokta evlilik müsabakasına bir sıfır önde ya da geride başlamak anlamına gelecektir.

Bu yazıda, okuduklarımızın sonuçlarını ve binlerce vaka incelemeleri ile elde edilen bilgileri bir araya getirmek, bunları sizlerle paylaşmak istiyorum. Bu durumda mutlu bir evlilik için size sadece okumak ve öğrendiklerinizin gereğini hayatınıza tatbik etmek düşecektir.

“Bir şey (ilişki vs.) nasıl başlarsa öyle gider” sözü her ne kadar abartılı bir tespit içeriyor gibi görünse bile içersinde hiç hakikat payı taşmıyor da değildir.

Öyleyse ilk olarak evvela evliliğe hangi duygu, düşünce ve bakış açısıyla adım atıldığı çok önemlidir. Burası gömleğin ilk düğmesi gibidir. Burasını yanlış iliklerseniz arkasının da yanlış gelme olasılığı ziyadesiyle artacaktır. Bu ilk düğme sorunlardan beslenen, kazancını gerçeklerin önünde tutan tuzu kuru bazı uzmanların da pompaladığı, “Hele evlenelim, olmazsa boşanırız, dünyanın sonu değil ya…” anlayışı ile yola çıkmaktır. Hayır, bir sorunun önemli olması için illa ki dünyanın sonu olması gerekmemektedir. Burada doğru olan, evliliğe, “Ne pahasına olursa olsun, çok hayati sorunlar söz konusu olmadığı müddetçe sürdüreceğim, ben oyun oynamıyorum. Bu evlilik adımıyla sadece kendim için değil, başka insanlar (çocuklar, yakın aile çevresi vs.) için de karar vermiş oldum” şeklinde yaklaşmak, bunun bilincinde ve sorumluluğunda olarak adım atmaktır.

Evlilik öncesindeki bu temel doğru evlilik süreci içindeki şu (aşağıdaki) doğrularla birleşmeli, aksi halde buradaki yanlışların yolun başındaki bu “bir” doğrunun olumlu etkisini yok hükmüne indireceği gerçeği akıllardan hiç çıkarılmamalıdır.

Evlilik ilişkisi içersindeki en temel doğru eşlerin birbirlerine karşı duygu odaklı değil; kural odaklı bir anlayışla davranmalarıdır. Yani sözel veya eylemsel olabilen tüm davranışlarımızın içimizdeki değişken duygular üzerine değil; değişmez, haliyle tutarlılığı olan ilkeler ve kurallar üzerine bina edilmesidir. Bu bağlamda eşler evvela evliliğin içindeki temel doğruları bir kenara yahut zihinlerinin özel bir yerine not etmeli, sonra da bunları tıpkı bir memur bilinciyle yaşamlarına geçirmeye azami gayret sarf etmelilerdir.

Mesela eşle ilk karşılaşıldığında merhaba demek, akabinde hal ve hatır sormak, gerektiği her yerde müsaade istemek gibi. Yahut bulaşık yıkarken komşu Ayşe hanım gelince kollarımızı açıp kapıya koşarken eşimiz gelince, “Buradayım, bulaşık yıkıyorum” demeyi terk etmek gibi. Eşimizi komşu Ayşe hanım gibi görmeyince (samimi olunca saygı işini sürdürmeyi pek beceremiyoruz, hemen gevşiyoruz) eşimizle aramızda Ayşe hanımla yaşamadığımız sorunları yaşamak asla eşyanın tabiatına aykırı bir sonuç olmayacaktır. Bu durumda Ayşe hanımla on yıl sorunsuz bir dostluk sürerken hayat arkadaşı dediğimiz eşimizle bir veya iki yıldan fazla sorunsuz bir dönem geçirmemek kaçınılmaz bir netice olacaktır.

Önemine binaen tekrar ediyorum: Bu türden doğruları yapıp yapmamamızı içimizdeki duygular (heves, istek, heyecan, sıkıntı, gerginlik vs.) belirlerse bu standart olması gereken yaklaşımlarda tutarsızlıklar ortaya çıkacaktır ki bunun bir dizi olumsuz sonuçları olacaktır.

Burada eşlerin, “Ben yapıyorum ama o yapmıyor ki, o halde ben neden yapayım ki, enayi miyim…” gibi düşünceler içersine girerek eşleriyle benzer bir hataya düşmemeleri büyük önem taşır. Burada, karşımızdakini değiştirmenin sürekli eleştirmekten, sızlanmaktan, ortalığı her seferinde velveleye vermekten değil; sadece ve sadece (bu tuhaf bir şeydir ama maalesef ki böyledir) önce kendimizi değiştirmekten geçtiğinin unutulmamasıdır. Eşinin değişmesini veya değişmeden hep öyle kalmasını isteyen her eş bunun ancak böyle mümkün olduğunu bilmeli, eşiyle “sonra ben, yok önce sen” yarışına girmemeli, öncelikle ve koşulsuz bir biçimde doğruları hayatına geçirmeli, ancak ondan sonra oturup sonuç almayı bekleme hakkına sahip olduğunu düşünmelidir.

Diğer yandan, “Her evlilikte sorun olur” sözü kuşkusuz iyi niyetle söylenmiştir ancak özünde koca bir yalandır. Bu klişe bize sorunların normal olduğu izlenimi vererek kabullenmemizi, haliyle bu sorunlar içersinde debelenerek kısa sürede ruhsal tükenme noktasına gelmemizi salık veriyor. Bu empoze dıştan bakınca sureti haktan görünüyor lakin şerli bir sonuca hizmet ediyor. Burada doğru olan yıllarca sorunsuz bir arkadaş, komşu, iş ilişkisi kurabilen ve bunu sürdürebilen insanoğlunun eşiyle ilişkisinin de aynı şekilde sorunsuz olmasıdır. Bu bir ütopya değildir, gayet tabii bir durumdur. Akıl, bilgi, görgü, anlayış, sabır, eğitim ve deneyim sahibi iki yetişkin insanın tıpkı çocuklar gibi sürekli sorunlar yaşamasından, sonra da kalkıp, “Ama bu gayet normal” demelerinden daha anormal ne olabilir!

Sohbet tarzında yazmak tarzım olduğu için zaman zaman konu dağılabiliyor. O yüzden unutmadan ifade edeyim, mutlu bir karı koca ilişkisi için gerekli ikinci temel doğru aklımızı kullanmaktır. Hemen belirtmek isterim ki akıl sahibi bir varlık olmakla aklı kullanmak apayrı şeylerdir. Tıpkı zengin olmakla zengin bir yaşam sürmenin aynı şeyler olmaması gibi. Aklını kullanan bir eş eşinin hassasiyetlerini kısa sürede tespit eder, sonra da ona uygun doğrular geliştirir. Aklını kullanmayan eşler ise sürekli didişir, sızlanmayı, eleştirmeyi yeğler; sonra da hızını alamayıp bıktırmayı ve kendi eliyle uzaklaştırmayı marifet sayar.

Oysa aklını doğru kullanan ve bunu sürekli yapabilen bir insanın sorun yaşaması mümkün değildir. Aklını kullanabilen bir eş, eşinin sürekli gönlünü alır, eşinde öncelikle olumlu duygusal bir gönül ve ruh dünyası oluşturmaya çalışır. Hazırlamamış bir toprağa sürekli tohum eken şaşkın bir çiftçi hatasına düşmez. Eleştirmesi gereken yerde bile takdir edebilir, konuşması gereken yerde de rahatlıkla susabilir. “Mutlu edecekse, en önemlisi de sorunları önleyecekse ben bunları kolayca yapabilirim” diyebilir. Aklını kullanamayan eşler ise düz ve katı bir yaklaşımla, sızlanma ve şikayet esasına dayalı çocuksu bir anlayış içersinde sürekli polemikler yaşarlar, haliyle kendi yarattıkları bir atmosferin sisli bulutları içersinde debelenir dururlar. Sonunda da boğulurlar. Çünkü çıkışı olmayan her debelenmenin neticesi boğulmaktır.

Üçüncü temel doğru bir şey talep edildiğinde hemen “yok” dememektir. Çünkü bir şey istenilen anlar yok sözüne tahammülün en düşük olduğu, haliyle olumsuz etkilenmeye en yatkın olduğumuz zamanlardır. Bir şeye hemen “yok” demeyin; eşinizin talep ettiği her şeye aklı doğru kullanma prensibinin bir gereği olarak mutlaka “evet” deyin. Ama bu talepler hayatınızda sürekli sorun yaratıyorsa bu meseleyi daha sonra etraflıca konuşun. Yani “yok” demeyin, gerekirse bunu sonra konuşun! “Yine istedin (eleştiri), hep istiyorsun (gereksiz genelleme), her zaman böyle yapıyorsun (suçlama)” türü klasik tepkiler belki o an için dilinizin ucuna gelen en hazır yaklaşımlardır ancak bunlar asla doğru bir strateji ürünü değildir.

Dolayısı ile,

Evliliğe doğru bir bakış açısıyla adım attınız. Yaklaşımlarınızı değişken olan duyguların değil; değişmeyen doğruların, şaşmaz ilke ve prensiplerin üzerine de kurdunuz. Ayrıca eşinizin her talebine sıcağı sıcağına “yok, olmaz” da demediniz, yani ilişkinizde aklınızı doğru kullanma esasına da bağlı kaldınız.

Dördüncü olarak, “erteleme” ilkesiyle hareket edin. Aslında bu da aklı doğru kullanmanın ürünü olan bir yaklaşım biçimidir. Sorun çıkabilecek yerleri, zamanları ve durumları hemen öngörerek bu koşullarda gelişecek iletişimi ertelemeyi tercih ediniz. Sözgelimi, “Canım bunu sonra konuşalım” deyiniz. Yani tencere bir soğusun, sonra elinize almayı deneyin!

Beşincisi karşımızdakinin sadece etten ve kemikten, doku, organ ve hücrelerden oluşan bir organizma değil; her şeyden önce insan olduğunu, dolayısı ile engin bir duygu, gönül ve düşünce dünyası bulunduğunu bilmek, sürekli bu yönlerini besleyecek şekilde hareket etmektir. Haliyle ilişkinizde “gerçekçi” ilgi ve iltifatların yeri büyüktür. Ancak dediğim gibi, gerçekçi olanlarının! En doyurucu ilgi ve iltifat gerçekçi olanıdır, özellikle de takdir içerenidir.

“Canım aşkım, biricik eşim” falan demektense (oysa şık ve marka giyinmeyi, güzel cümleler kurmayı, başındaki eşarbının üzerine bulutlu havada bile güneş gözlükleri takmayı modern olmak zanneden günümüz eşlerinin pek çoğu bunu en etkili ilgi zanneder), “Hayatım seni takdir ediyorum, şu yönüne bayılıyorum, şu huyun var ya o kadar güzel ki” gibi.

Şikayetçi olduğunuz bir konuda karşınızdakini eleştirmek yerine kendi duygularınızı, nasıl etkilendiğinizi tanımlamak yani şu meşhur “sen” değil “ben” dilini kullanmak,

Her gün bir hatasını deşmek ama en az on kat fazla olan yanlarını ve yönlerini ise sürekli unutmak, eşimizi her seferinde abartılı ve haksız bir yaklaşımla değerlendirmek, en fazla biri hatırlatınca, “Ya tabi Allah’ı var, aslında iyi yönleri de çok eşimin” demek (Allah razı olsun, sorulmasaydı söylenmeyecekti. Bu aslında söylemek değildir, yasak savmaktır),

Neyse, yazı uzadı. Şimdilik bu kadarla yetinelim. Hele siz bunları hakkıyla uygulayın, bunların bile sonuç almanıza fazlasıyla yeteceğini gözlerinizle yakından görün. Bu süreçte ben de kalanlarını yazarım nasip olursa!

Sizin diğer bilgilere ihtiyaç duyma döneminizle benim kalanları yazma eylemim denk geldiğinde tekrar görüşmek dileğiyle…

Psikolog
İzzet Güllü

  
7929 kez okundu

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın