• https://api.whatsapp.com/send?phone=05521012184
  • https://www.twitter.com/@kifsamer
  • https://www.instagram.com/psikologizzetgullu
  • https://youtube.com/@psikologizzetgullu
ŞİFALI YAZILAR: HERKESİN OKUMASI GEREKEN YAZI ÇIKTI

ŞİFALI YAZILAR: BU YAZIYI SORUNU OLAN OLMAYAN HERKES OKUMALI

"Cehalet" hakikaten çok kötü bir şey. Bu arada cahil olmak demek İtalya’nın başkentinin Roma olduğunu falan bilmemek değildir. Doğru algılamak, doğru düşünmek, bu meziyetleri kazanmış olmak, doğru tepki vermek türünden şeylerin kişide olup olmamasıdır. O sebeple biz ne kadar okursak okuyalım, yine de "cahilcedir" çoğu şeyimiz. Çünkü cahilce bir çocukluk ve yaşantı süreci yoğurmuştur hamurumuzu. Sonradan iki üç mektep bitirmekle bile telafi edilemeyecek izler bırakmıştır bizde. Sorun buradadır, büyük ölçüde buradan kaynaklanıyordur esasında.

Mesela Batılıların çoğu yaklaşımı oldukça bilinçlicedir. Örneğin onlar çocuk ağladı diye asla taviz vermezler. Biz ise ağlamasın da isterse ocak ayının ortasında dondurma yesin diye yaklaşırız. Bize göre ağlamak adeta şeker gibi çocuğu eriten bir şeydir. Ağlamaya bile böyle bakan bir milletin evlatlarının şayet doktor ise hemen “hastasın” demesi, sıradan vatandaşların ise azıcık sıkıntısına, “Eyvah, yandım anam” diyerek tepki vermesi oldukça anlaşılabilir bir şeydir. Siz durumunuzu böyle tanımlarken beyniniz buna niçin aynı şekilde tepki vermesin ki! Onun görevi bizi korumak değil midir! Müjdeler olsun, kopardınız dış dünyadan, kilitlediniz işte beyninizi bedeninize! Artık besliyorsunuz işte sorunlarınızı, sevinin! Bir de ruh doktorunuz hastasın diye bastı mı mührü kağıda, “hasta” olmak için her şeyiniz tamdır artık! Siz hastayım dediniz, o da tescilledi sadece! Biraz da kendinize kızın isterseniz!

Çin malında Alman malı performansı beklenemez. Demem o ki bizim çocukluğumuz hatalı yaklaşımlar silsilesi ile örülmüş. Binamız en sağlam atılması gereken bir dönemde çürük zemin üstüne kurulmuş. O sebeple her rüzgarda bu kadar fazla sallanıyoruz. (Bir yağmur yağdığında bile trafiği bir anda alabora olan, yağmur altında araba sürerken -sanki gökten asit yağıyor- eli ayağına dolaşan insanlarız ne de olsa)

Batılılar demiştim. Yaşantıları dışında her şeylerine hayranım onların. (Bazılarımız da onların yaşantılarına hayrandır). Onlara hayran olduğum nispette de kendimize kızıyorum. Biz neden böyle olamamışız, hadi eskiden olamamışız, şimdi niçin olamıyoruz diye. Kendimize kızdıkça onlara duyduğum hayranlık adeta tavan yapıyor. Biraz da tepkisel yani bu duygum!

Orada tipik bir ebeveyn çocuğuna saati gelince kısa bir cümle ile ve bir kere, “Hadi, uyku saatin” der. Yatmadığında asla polemiğe girmez, ne çocuğun kafasını ütüler bizdeki gibi ne de saygınlığını ve otoritesini aşındırır; sadece gider, kendisi yatar. Çocuk “yat” sözüne verdiği umursamaz tepkisinin cezasını öder. Böylece “yat” sözünü işiten çocuğun ruhu, hakikaten yatması gerektiği duygusuyla dolmaya başlar zaman içinde.

Bizde bırakın ebeveynlerin böyle yapmasını, daha onlara rehberlik etmek üzere yetişmiş psikologların bile çoğu cezanın faydasının farkında değildir; cezanın sağlıklı olmadığını anlatma derdindedir. Onlar bile hala ceza deyince Çin işkencesini hatırlar, sanki çocuğa ceza verilmeli denince çocuk işkence edilecekmiş gibi algılar. Oysa çocuklara cezadan kasıt mahrum bırakmak şeklindeki cezadır ve bu son derece bilimseldir. Çünkü ceza bir davranışın gerek yapılma olasılığını gerekse yapılış sıklığını azaltır, bunu bilim söyler. Oysa çoğu uzman kendi bozuk felsefi kanaatini bilimsel gerçekmiş gibi empoze eder bu ülkede. Ne de olsa etiket her şeydir bizde! Kurdu kuzu postuna dola, kurban bayramında sat rahatlıkla!

Yine Batılı, bir arkadaşı acı çektiğinde bizde olduğu gibi, “Ağlama, ne var sanki, sil gözünün yaşını” diyerek yaklaşmaz. O ağlamanın da acının da son derece olağan şeylerden olduğunu idrak etmiştir. “Seni anlıyorum, şuan yerinde kim olsa bu denli üzülürdü. Ama senin bu süreci (kişiye en ihtiyacı olduğu ve hep böyle mi olacağım gibi düşünmeye meyilli olduğu bir anda bunun sadece bir süreç olduğunu hatırlatır) atlatacağını biliyorum. Ağla sen, çekinme, ben seni köşede bekliyor olacağım, rahatladığında konuşuruz” der.

Ne kadar bilimsel! Ağlama varsa ağlamaya ihtiyaç vardır. İhtiyaç varsa bu ihtiyaç karşılanmalıdır. Ağlamak, çok af edersiniz, ruhun işemesidir. Sürekli su içip de lavaboya çıkamadığınızı düşünsenize. Yahut tam da tuvaletinizi yaparken birisi size, “Yeter artık, bitir, tutmalısın, güçlü olmalısın” dese! Biz tam da bunu yapıyoruz işte.

“Orada” ağlaması gerekirken ayıplandığı için bunu adam gibi yapamayan, “şurada” ağlaması icap ederken, “Sil gözünün yaşını, sen güçlü kadınsın” (güçlüymüş, pehhh. Allah da der ki insan aciz bir varlıktır. Bir virüsle bile ölen bir varlığın neresi, nesi güçlüdür ki. Güce bu denli aşık olduğumuz için midir acep, bir zengin gördük mü daha çabuk aşık olmamız. Sonra da karşılıksız sevdim demelerimiz) denilen toplumumuzda acılar tam da dışarıya akmaya başlamışken döndürülüverir içimize. Oysa yaşanmış üzüntüler değil, hakkıyla yaşanılamamış acılar hasta eder insanı.

O sebeple Batılı ile bizim depresyon denilen sorunları yaşama nedenlerimiz ve biçimlerimiz farklı farklıdır. Onların ki daha çok can sıkıntısındandır vs. Bunun bir dizi onlara özel sebebi vardır. Ancak bizdeki sorunlar son derece garip bir sürecin ürünüdür.

İşte bu türden garabetleri besleyen (Dikkat: Çocukluğumuzdaki yanlışlar doğurmuştu, bunlar da besleyip büyütüyor mevcudu), yani son derece insani olan duyguları bile feryat figan içinde yaşamamıza yol açan, psikolojide bizim pozitif görünümlü negatif mesajlar dediğimiz, ülkemiz kültüründe bolca bulunan hatalarımızdan bazıları:

Üzülme (Türkçesi: Sen salak gibi boş yere üzülüyorsun. Beyin açıkça denmese bile bu mesajdan bunu anlar. Beyin her mesajı anında kendi diline çevirir)

Takma boş ver (Türkçesi: Sen takılmayacak bir şeyi takıyorsun. Utanmalısın. En kötü ihtimalle zayıf biri olduğunu kabul etmelisin) (Vurun abalıya. Tam da yeri ve sırası ne de olsa. Belki bir daha böyle bir fırsat düşmez elinize)

Canını sıkma (Türkçesi: Yaşadığın, başına gelen her ne olursa olsun can sıkmamak marifettir. Can sıkmak o kadar kötü bir şeydir ki. Sen şu anda yaşanmaması gereken, yaşanması çok kötü olan bir şeyi yaşıyorsun, haberin olsun ona göre)

Güçlüsün, atlatabilirsin (Sanki atlatma işi sadece güçlü olma işi. Sanki zamanın bu işte hiç rolü yok. Güçlüyüz madem, yeni doğan bebeği iki ayda yürütsek ya)

Sürekli insan doğasına zıt, destek adı altında köstek olan mesajlar alan kişilerin bizzat kendileri de bu illet huyu kaparlar. Onlar da artık kendilerini öyle görmeye, yaşadıklarını onlar da bu şekilde okumaya - yorumlamaya başlarlar.

Kendimi böyle hissediyorum (Türkçesi: Ben böyle hissediyorsam kendimi, kesin böyleyimdir. Çünkü ben asla yanlış hissetmem. Çünkü ben çok mübarek bir insanımdır. Oysa modern psikoloji hislerin irrasyonel yaşantılar olduğunu söyler.) (Bilimmiş, pehh. Bizde herkes bilim adamıdır-)

Son günlerde hep ağlıyorum (Sanki hiç ağlamamak marifet! Ne yaşanırsa yaşansın ama asla ağlanmamalı! Sevinmesi gereken bir şeye üzülen tek milletiz sanırım. ) (Sabah kalkar kalkmaz tuvaletim geliyor diye neden ağlamıyoruz, hayret)

Çok üzülüyorum (Başa bir olay gelebilir ama sen yine de çok üzülmemelisin! Ahhh, ahh! Az olsaydı sorun yoktu, çok olunca kıyamet dimi! Para çok olunca? O zaman cennet? Sen meteoroloji müdürü olsaymışsın havalar mevsim üzerinde seyredince hava durumu sunarken kıyameti ilan ederdin kesin)

Vs. vs. vs.

Derken bir yazının daha sonuna geldik. Bu sınırlı zeminde size konuyla ilgili kapı açtım sadece. Bu kapıdan geçmek de size kalsın. Geçin bu kapıdan ve sonra da anlayın, neden son derece olağan sorunlardan bile bu kadar fazla etkilendiğimizi.
 
(Not: Belki yazı dilim biraz sert. Ancak bu hem tarzım hem de gerekli. Çünkü sert yazmak güçlü silkelemek gibidir. Daha çabuk getirir kendine)

Psikolog
İzzet Güllü

  
3771 kez okundu

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın