• https://api.whatsapp.com/send?phone=05521012184
  • https://www.twitter.com/@kifsamer
  • https://www.instagram.com/psikologizzetgullu
  • https://youtube.com/@psikologizzetgullu

OKB VE EVDE KENDİ KENDİNE TEDAVİ

Takıntılarla (OKB) Mücadelede Kritik Bilgiler (Evde Kendi Kendine Psikolojik Yardım)

Bu iki sorun, semptomları tam olarak örtüşmese de nedenleri ve çözüm yolları açısından çok büyük benzerlikler taşımaktadır. Bütün psikolojik problemlerde olduğu gibi bu iki sorunda da "doğru bilgi" çok önemlidir. Bu sorunlardaki uzman yardımı da zaten bu noktada önem kazanır. Hasta, öncelikle sorununun doğasını doğru bir şekilde tanımalıdır. Daha sonra ise, başlangıçta çok düşük seviyede olan ve değişim için yeterli bir seviyede olmayan irade ve mücadele azmini en üst seviyeye çıkarmalıdır.

Obsesyonda kişinin zihnine istemdışı olarak bazı düşünceler üşüşür. Bu düşünce hastanın zihnine en olmadık bir anda ansızın gelir ve kişiyi çok rahatsız eder. Örneğin, biriyle yaptığı az önceki konuşmasındaki bir bölüm kafasına takılır, "acaba beni yanlış mı anladı" diye düşünür, gidip tartıştığı kişiye bu konuyu sormayınca çoğu zaman rahat edemez. Zihni hep belli tarz tekrarlayıcı düşüncelerle meşguldür.

Kompülsiyon da buna benzer bir durumdur. Ancak kompülsiyonda obsesyondan farklı olarak istemdışı olarak yinelenen şünceler değil, bazı davranışlar sözkonusudur.. Hasta, evden çıkarken kapının kilitli olup olmadığından emin olamaz, geri döner, kontrol eder. Bunu defalarca yapmayınca içi rahat etmez. Yine, banyoda gusül abdesti alırken besmele getirip getimediğine tam kani olamaz, tedbir olsun diye 2, 3 kere besmele getirir. Sonra bu sayı artar, 5'li, 6'lı, hatta 10’lu rakamları bulabilir. Hasta elini yıkarken temizlendiğinden emin olamaz, elini yarım saat lavobada yıkamak zorunda kalır. Böylece, her gün en az yarım saatini lavobada geçirmeye mecbur kalır.

İŞİN PÜF NOKTASI !

Hasta, obsesyonda aklı
na gelen ve hastalığından kaynaklanan yineleyici her düşünceyi gerçek bir düşünce gibi algılar. Bu nedenle, hastalığından kaynaklanan bu gerçek dışı düşünceye gerçek bir düşünceymiş ve sanki gerçeği yansıtıyormuş gibi muhatap olur.

Mesela i
şini gücünü bırakır, dış dünyadan kendisini büyük ölçüde çeker, aklına gelen bir "soru içerikli" düşünceye yoğunlaşır, ardından da kendisini tatmin edecek cevaplar aramaya başlar. Oysa bu cevaplar, ne kadar mantıklı olursa olsun, hiçbir zaman zihindeki takıntılı sorulara doyurucu bir cevap olmazlar. Kişi o an içir rahatlar, belki "soruyu cevapladım" zanneder, ancak bir süre sonra zihnini bu kez de bambaşka sorular kuşatır. Aslında, gerçeği yansıtmayan ve hastalığın bir ürünü olan bu takıntılı düşünceleri ciddiye alıp sürekli cevap arama çabasıbu hastalığı besler. pkı, atılan her odunun ateşi beslemesi gibi. Hasta hem "ateş sönsün" istemektedir hem de -farkında olmadan- sorun ateşinin altına sürekli odun atmaktadır. Sonra da "ateş sönmüyor ki" çıkarımına gitmektedir. Bu negatif düşünce hastalığı tekrardan beslemektedir.

Bu noktayı şöyle bir örnekle açıklayalım:

Bilindiği gibi çölde olan birisi, belli bir süre susuz kalınca serap görür. Bu kişi, çölün bu özelliğini önceden bilir, mesela çölü, susuzluğu, serap olgusunu doğru bir biçimde tanırsa her gördüğü hayale su deyip koşmaz. Aksi takdirde perişan olur, gerçek suyu bulduğunda ise belki onu içemeyecek bir duruma dahi gelebilir.

Burada da aynı mantık geçerli olmalıdır. Hasta, hasta olduğunu bilir, aklına takılan düşüncelerin gerçeği yansıtmadığını (bunun su değil, serap olduğunu) ve bunun hastalığından (çölde olmaktan) kaynaklandığını bilir, her aklına üşüşen düşünceye itibar edip cevap aramaya kalkışmazsa bu hastalık ateşi kısa sürede sönmeye başlar. Ateşin altına odun atılmazsa hiç bir ateş ilelebet yanmaz çünkü. Hasta, evvela obsesyon suyunu kaynatan hastalık ateşinin altına habire odun atmaktan vazgeçmelidir. Bunun için ise, az önce de ifade edildiği gibi, hastalığının doğasını doğru tanımak gerekmektedir.

Hasta, bu takıntılı düşünce ataklarında ısrarla şu telkin şablonunu kullanmalıdır:

"Ben bir obsesyon - takıntı (yani evham) hastası
yım. Psk. İzzet Beyin dediğine göre (bu kadar da olsun, değil mi:)) bu hastalığım bana, aklıma olmadık düşünceler getirirmiş. Halbuki bu düşünceler gerçeği yansıtmazmış. Benim aklıma gelen bu düşünceleri ben gerçekçi bir düşünceymiş gibi görmemeliymişim. Bu gerçeği yansıtmayan düşüncelere cevap aramaya çalışmamalıymışım. Böylece hastalık ateşimi söndürmeli, bu ateşe habire odun atmamalıymışım.

Şuan aklıma "şu" düşünce geldi, evet (Bunu hissedin ve yakalayın). Hayır, artık eski hatayı yapmayacağım. Bu bir serap, biliyorum. Bu hayale kanmayacağım. Bunu artık biliyorum. Çünkü ben çöldeyim ve uzun zamandır da susuzum. Doğal olarak da gördüğüm su değil, sadece bir serap!"

KRİTİK EŞİK!

Hasta, doğru olanı yapmaya başlayınca, yani zihninde uyanan bu takıntılı düşünceye cevap aramaya çalışmayınca kendisini kritik bir tehlike beklemektedir:

"İçini ansızın kaplayacak olan sıkıntı"

Hasta, zihnindeki yineleyici dü
şünceye cevap aramayıp bu sağlıksız düşüncesine yoğunlaşmayınca kısa bir süre sonra içinde derin bir sıkıntı duyar. "Bu aslında hayra alamet bir durumdur. Çünkü bu işaret hastalığın adeta son feryadıdır. Evet, sıkıntı sesi o güne değin alışık olduğu tepkiyle değil de beklemediği bir tepkiyle karşılaşan hastalığın son çırpınışlarıdır." Hastalık bu şekilde elindeki son kozlarını oynamaktadır. Birnevi son mermilerini kullanmaktadır. Silahındaki son mermiler bitmek üzeredir.


HASTALIĞIN TAM KIRILMA NOKTASI!

Hasta, ilk defa denediği bu yöntemin sonucunda sıkıntısının daha da arttığını görünce çu zaman bu sıkıntıyı yaşamaktan korkar ve hemen geri adım atmak ister. İşte burası, hastalığın tam kırılma noktasıdır.

NE YANLIŞ BİLGİ!

Oysa ki hasta bu sıkıntısını da yanlış tanıyordur. Bu sıkıntıyı dayanılmaz ve katlanılmaz bir sıkıntı zannediyordur. Bu düşünce doğru bir bilgiye dayalı değildir. Bu sıkıntı da aslında, tıpkı zihnindeki düşünceler gibi, hayali bir sıkıntıdır. Sadece görüntüsü ürkütücüdür. Ama özde hiç bir tehlikeli yönü yoktur.

Bir düşünür vesvese denilen bu problemle ilgili olarak "aynadaki yı
lan sokmaz, aynadaki ateş yakmaz" demektedir. Bu çok veciz bir benzetmedir. Aynı şekilde, obsesyonlu hastanın yaşamaktan korkarak çekindiği, yanlış davranışlarına geri dönerek devam ettiği, böylece hastalığını kendi eliyle besleyip büyüttüğü sıkıntı haddizatında gerçek bir yılan değil; yılanın aynadaki resmidir. Ya da, aynadaki ateştir.

Bu hayali sıkıntıyı -kendi örneğimle anlatacak olursak- sahte bir kabadayı gibi de düşünebiliriz. Kişi sırf sesine, attığı nağraların şiddetine bakarak sahte kabadayıyı yanlış tanır ve gerçek bir tehlike gibi algılarsa, bu sahte kabadayıdan sürekli korkar ve her gördüğünde sıkıntılı olur. Ancak, kişi sahte kabadayıyı (onun ciğerini) doğru tanırsa sesinden ürkmez ve birazcık karşısında dik ve cesur durabilirse ortada korkulacak bir durum da kalmaz. Kabadayıların asıl amacı korkutmak, böylece sindirmek ve ele geçirmektir. Hiç bir kabadayı kimseyi sindiremediği bir yerde boş yere durmaz. Siz sinerseniz gelir, durur; sinmezseniz de terkeder, gider.

Evet, sahte kabadayı artık bağırmakla, çağırmakla eskisi gibi amacına ulaşamaz, istediğini alamamış olur, derken çeker ve gider. Bunun tek nedeni vardır, sahte kabadayının ciğerini artık çok iyi tanıyor olmanız. O nedenle de naralarına artık aldırış etmiyor, ondan korkup ürkmüyorsunuzdur.
Dolayısı ile hasta, sahte kabadayının, yani hastalığının bağırıp tafralar atmasından (sıkıntı ortaya çıkarmasından) ürkmemeli, birazcıp dik durmalı, hatta diklenmeli, sahte kabadayının gerçek yüzünün ortaya çıkması için bir müddet daha sabretmelidir. Hiç bir sıkıntı dayanılmaz değildir, bu yapılabilir.

Hele de hayali bir sıkıntı asla dayanılmaz değildir.

Obsesyonda da Kompülsiyonda da, yaptıkça hastalığımızı beslediğimiz düşünce ve davranışlarımızı sergilemekten vazgeçmeye çalışmalı, bu durumda yaşayacağımız geçici ve hayali sıkıntıya hazır olmalı, bunu bilmeli ve beklemeli, bundan asla ürkmemeli, bu hayali sıkıntıyı yaşamaktan (yani sahte kabadayının tafralarından) korkmamalıyız.

İnsan "ya hiç tanımadığındana korkar yada yanlış tanıdığından" demiştim. Siz artık obsesif düşüncelerinizi, kompülsif davranışlarınızı ve hayali iç sıkıntınızın doğasını (sahte kabadayının ciğerini) doğru tanıyorsunuz. O halde, korkmanız için hiç bir sebep de yok ortada.

Panik atakda da durum aynı
dır. Hasta, yaşadığı ataklarda kendisine bir şeyler olacağını zanneder. Kalbi sıkışır, daha doğrusu kalbi sıkışmaz, hastaya böyle gelir. Hasta böyle zanneder Bu tamamen hastalığından kaynaklanan bir zandır, bir yanılsamadır. Ortada fizyolojik gerçek bir tehlike yoktur. Hasta bu noktayı doğru tanımalı, panik atak hastalığından kaynaklanan bu gayet doğal panik atak belirtisinden ürkmemelidir. Bir insan gripten korkmazsa, öksürmekten de korkmamalıdır. Çünkü öksürmek ayrı bir dert değildir, sadece gribin tipik bir belirtisidir. Bu soruna da büyük ölçüde takıntıdaki mantıkla yaklaşılmalıdır.

Psk. İzzet Güllü