• https://api.whatsapp.com/send?phone=05521012184
  • https://www.twitter.com/@kifsamer
  • https://www.instagram.com/psikologizzetgullu
  • https://youtube.com/@psikologizzetgullu

Aşk ve Ayrılık Acısı İçin Oku

Aşk ve Ayrılık Acısı Çekenlerin Okuması Gereken Yazı (Evde Kendi Kendine Psikolojik Yardım)

Ölüm gibi doğal nedenlerin dışındaki bir takım sebeplerle sevdiğinden, eşinden ayrılma davranışları günümüzde son derece arttı. Yağmurlar fazlalaşınca seller de çoğalır haliyle. Bu nedenle bize yansıyan, “Hocam yardım edin, unutamıyorum, yapamıyorum, artık kimseye güvenemiyorum, başkasını sevemiyorum, hayatım anlamını yitirdi, yaşamanın bir manası da kalmadı” türü şikayetler de ziyadesiyle fazlalaştı.

Öncelikle ayrılığı kısa ancak doğru olarak tahlil edelim. Ayrılık; belli orandaki ve çeşitlilikteki paylaşımın doğal bir neticesi olarak iki karşıt cinsin duygu dünyalarında evvela gelişen, sonra ise büyüyüp serpilen, en nihayetindeyse bütün bedenlerini etkisi altına alabilen sıcak duygusal bağın ve onun yönlendirdiği beraberlik ilişkisinin - iletişiminin büyük ölçüde geri dönüşü olmayacak şekilde kopması hadisesidir.

“Kişinin o güne kadarki yaşamında yer tutan” dedim. İlişkiden ilişkiye değişebilse de nispeten uzun süreli sayılabilecek olan bu yer tutma olgusu haliyle alışkanlığı da beraberinde getirmiştir. Kişi sevdiğini düşündüğü yahut bunu bizzat hissettiği kişiden ayrıldığında sadece sevgidiğinden değil, ayrıca varlığına, herşeyine alıştığı kişiden de ayrılmış demektir bir bakıma. Değişik görünümlerle dışa yansıyan ayrılık acısını artıran etkenlerin sevgi dışında en kuvvetli olanı işte budur.

Ayrıca, sevilen kişiyle ilgili olarak ortaya çıkan, geçen zaman içinde ve her paylaşımla birlikte artarak derinleşen sevgi duygusu ayrılık yaşantısı sonucu bağlandığı nesnesinden aniden kopmuş, boşta ve boşlukta öylece kalakalmış durumdadır.

(Böylesi zamanlarda hakikaten de "boşluktayım" denilir, bilirsiniz.. Gerçekten de ayrılan kişinin taşkın duyguları iç dünyasında birnevi boşlukta gezinmektedir. O yüzden bu kişilerin karşılarına çıkan yeni kişilere bağlanmaları - duygu hazırdır, sadece bağlanacağı nesnesi yoktur çünkü - çok kolay olur. Hatta bu gerçeği iyi bilen bazı uyanıklar bundan istifade edererek hemen hazıra konmaya çalışırlar. Tıpkı hazır leş bekleyen yırtıcı akbabalar misali.)

Bu anlarda iç dünyamızda adeta serseri bir mayın gibi dolaşan söz konusu duygu tabiri caizse her çarptığı yerde bir "belirtiyi" iterek harekete geçirmektedir. Birnevi, yukarı çarptığında özlemin kavuruculuğunu, aşağı vurduğunda temel güven ve benlik saygısı yitimini, sağa değdiğinde yakıcı karamsarlık duygularını, sola yaklaştığında ise mutsuzluk, uykusuzluk, isteksizlik, bitkinlik, yılgınlık hislerini ateşlemektedir diyebilirim.

Soğuklar, yetersiz ve düzensiz beslenmeler, mikroplar, bakteriler, virüsler, mantarlar nasıl ki organizmamızın fizyolojik bölümü için olumsuz durumlardır; aynı şekilde ayrılıklar, ölümler, göçler, iflaslar, boşanmalar da psikolojijk dünyamız için çok önemli yaşam olaylarıdır. Dolayısı ile, ayrılık gibi böylesine önemli bir yaşam olayına insan psikolojisinin anlamlı düzeyde bir tepki vermemesi haliyle düşünülemez, düşünülemeyeceği için de beklenemez. Oysa çoğu insan nedense, yaşarken “büyük bir aşktı, dağ gibi bir sevdaydı” diyerek yücelterek betimledikleri duygularının ayrıldıkları andan itibaren aniden küçülüvermesi gerektiğini, böylece hiç bir etki yaşatmadan, en ufak bir iz bırakmadan sessiz sedasız bitivermesini, çekip gidivermesini beklemek gibi yaman bir çelişkiyi taşıyor beyinlerinde.

Evet, ayrılık acısıyla kavrulan çoğu kişi daha düne kadar dev gibi olan duygularının ilişki bitimiyle birlikte karıncaya dönüşerek anında yaşamlarından uzaklaşıvermesi mucizesini bekliyorlar. Ayrılığın doğasını, insan için önemini, kaçınılmaz tabii sonuçlarını rasyonel olarak analiz etmekten çok uzak olan bu gerçek dışı beklenti ayrılık sonrası yaşanılan acıların işte kırılma noktasını oluşturuyor. "Üzülüyorum ama daha iyiyim" ile "lanetolsun, yaşamanın bir manası kalmadı" arasındaki o ince fakat çok önemli çizgiyi işte bu kırılma noktası belirliyor.

İnsanoğlu akıl sahibi ve düşünen bir varlık olduğundan, özellikle de olumsuz nitelikli olaylara karşı daha hassas bulunduğundan (koruma içgüdüsü nedeniyle. Çünkü zarar olumlu olaylardan değil, olumsuz olanlarından gelir) yaşadığı her olumsuz duygunun üzerine mal bulmuş mağribi gibi hemen yoğunlaşır. Yoğunlaştığı yaşantı üzerinde ise bazen gerçekçi bazen de gerçek dışı ama mutlaka bir dizi zihinsel çalışma gerçekleştirir.

Sözgelimi ayrılık bilfiil vuku bulmasından dolayı kişiye doğası gereği 100 üzerinden elli oranlık bir acı yaşatıyorsa yahut yaşatacaksa şayet, sözkonusu "gerçek dışı" beklentiye bağlı olarak şekillenecek işlemlerimiz (algılarımız, yüklemelerimiz, çıkarımlarımız, yoğunlaşmalarımız, analizlerimiz) neticesinde bu oranı seksenlere, doksanlara kadar yükseltebiliyoruz. Evet, ateşin ateş olmaktan kaynaklanan alevleri bir metre ise (bu doğaldır ve bir süre sonra kendiliğinden sönecektir) bizim üzerine yaptığımız müdahaleyle, mesela yelpaze ve/veya körükleme ile bu alevin korları tavana, hatta çatıya kadar yükselebilmektedir. Kişiye dayanılmaz gelen, katlanılamazmış gibi görünen de işte kendi hatalarıyla şişirdiği, bizzat kendi eliyle üzerine eklediği bu suni - çıkıntı kısımdır.

Aşk Acısını Hafifletebilecek Bazı Öneriler


1. "Aşk acısını bitirecek demedim" dikkat edin, hafifletecek dedim. Çünkü yaşanmış her şeyin, hele de olumsuz yaşam olaylarının belli ölçüde etkisi olacaktır, bu kaçınılmazdır. Zaten bu, olması da gerekendir, onun için hiç bir mahsuru da yoktur. Mahsurlu olan bizim ekstradan üzerine eklediklerimizdir, Yani suni olan kısmıdır, şişirilen bölümüdür.

2. Yağmuru ayrılığa, çamuru da yaşattığı acılara benzetebiliriz. Yağmur yağmışsa ortalık bir kaç gün sel, su, çamur olacaktır. Bu eşyanın tabiatına son derece uygun bir süreçtir, son derece tabii bir sonuçtur. Çamurları yağmur dindiği (ilişki bittiği) anda anında kurutmaya çalışmayın. Böyle yaparsanız çamuru kurutamazsınız, kurutmamamakla da kalmaz, daha güçsüz bir duruma düşer, kendinize olan güveni de kaybeder, böylece daha da perişan bir hale gelirsiniz.

3. Unutmayın, "Öldürmeyen darbe, güçlendirir". O halde öldüremeyeceğiniz şeylere darbe vurmamak daha doğru olacaktır. Yani iki günde (gönül bunu elbetteki ister lakin istemek ayrıdır, gerçekler ayrıdır) unutamayacağınıza göre unutmaya çalışmak, işi gücü bırakıp bunun savaşımını vermek yaşadıklarınızı daha da kuvvetlendirecektir. O halde unutmayı beyninize bırakın, siz işinize gücünüze elinizden geldiğincce devam edin.

4. "Ama uyuyamıyorum da!" mı diyorsunuz. Bu durumda eskisi gibi uyumanız gerektiğini kim söyledi? Bu serzenişle siz farkında bile olmadan, "annemin cenazesinde gülemiyorum" diyen biriyle aynı mantığı taşıyorsunuz demektir! Başınıza yeni ve kötü bir şey geldiği halde eskisi gibi olmayı hangi hakla ve mantıkla talep ediyorsunuz! Bu anlamsız talep yaşadıklarınızın üzerine tuz - biber oluyor, unutmayın! Kilolu ya da hasta birinin ne yediğinin önemli olması misali sizin de bu dönemde (aslında yaşamın her evresinde) ne düşündüğünüz çok önemlidir. Başınıza gelenle ilgili olarak ne düşündüğünüz ateşi nasıl yellediğinize benzer, unutmayın.

5." Unutamıyorum!" mu diyorsunuz ayrıca! Unutmak öyle "ha" deyince olacak bir şey değil ki. İnsan beyni unutmaya programlıdır, tamam. Ancak bu ,yaşamdaki pek çok şey gibi belli bir zaman alır. Onun da bir vakti saati vardır. Size düşen bu süreçte unutmak istediğiniz şeyi gereksiz tekrarlarla pekiştirmemektir sadece. Mesela günde 3 kere düşünmeniz gereken şeyi 33 kere; 10 dakika düşünmeniz lazım gelen şeyi de 110 dakika aklınızda tutmamaya elinizden geldiğince gayret etmektir. "Bunu başarmak" demiyorum, gayret etmek diyorum. Çünkü bu, birden başarılacak bir şey değildir; istikrarlı bir çaba ve kararlı bir iradeyle usul usul elde edilecek bir sonuçtur ancak.

Evet, önemli olan beyninize unutabilmesi için gerekli olan makul zamanı tanımaktır. Unutmayın, unutmak için üstün bir yetenek, aşırı ve insanüstü bir gayret gerekmez. Sadece biraz zaman, bunun için de azıcık sabır yeterlidir. Çünkü sizi korumak amacıyla, unutmak için gerekli olan bütün işlemleri beyniniz "beyin kliniğinde" sizden habersiz olarak fazlasıyla yapıyor. Dışarıdan algıladığınız ve büyük ölçüde yanlış okuduğunuz semptomlar ise bu tedavinin tamirat, tadilat sesleridir. Yeni bir inşattan gelen sesler yıkımın değil; yapımın, inşaanın işaretleridir sadece.

6. Bu dönemde duygusal parçalar dinlememeye çalışın. Yalnız kalmayın, sosyal aktivitelerinizi olabildiğince artırın. Bunun için "içinizden gelmesini veya bu işlerden keyif almayı" beklemeyin. Bunları içinizden gelmese de yapmaya çalışın. Bu geçici dönemde amaç keyif almak değil, kısa sürede toparlanabilmek, bir an evvel eskisi gibi olabilmek, unutmayın.

7. Bedensel ve zihinsel meşguliyetinizi artırın.

8. Bu ilişkinizi ve ona ilişkin anılarınızı çoğumuzun yaptığı üzere aklınıza getirmemeye çalışmayın. Bunu başaramazsınız, başaramayınca da "eyvah yapamıyorum" diyerek (beyin bu durumda "demekki hiç bir zaman da yapamayacağım" gizil çıkarımına da gider. Hemen akabinde de bu düşünceye paralel duygular tetiklenir.) daha çok etkilenirsiniz. Yani, "Öldürmeyen darbe, güçlendirir" meselesi yine.

8. Hergün ılık suyla duş alın. Bu evrede günlük kitap okumalarınıza ağırlık verin. Dikkatinizi veremeyecek olsanız da, okuduğunuzu anlayamasanız da, aklınız başka yerlerde olsa bile... Siz sadece zorlayın kendinizi ve okuyun. Gerisine karışmayın. Gerisi beyninizin işi. Tıpkı yedikten, yuttuktan sonrasının artık midemizin işi olması gibi.

9. Bu dönemde geleceğnize dönük çıkarımlara gitmeyin, bunları ileri bir tarihe erteleyin. "Bir daha sevemem, kimseye güvenemem" gibi yargılarınız gerçeği yansıtmayacağı gibi boşu boşuna beyin kimyanızda olumsuz duygulanımalarınızı pekiştirecektir. "Ben şu an sisli bir ruh hali içersindeyim. Sisli havada gördüklerim yanlış olabilir. O halde görme işini sisin dağıldığı ileri bir zamana bırakayım" deyin. Önemli kararlarınızı mutlaka erteleyin.

10. Bunun için de kendinize 3 - 6 ay sonrası gibi ileriye dönük bir tarih belirleyin. "Unuturum, unutamam; severim, sevemem... Benim şuan bunlarla işim yok... Ben bunları 3 ay yahut 6 ay sonra değerlendireceğim. Şuan bunları kafamda kurcalamayacağım" deyin. Bu türden kişisel yargılarda bulunmayı ileriye, tarihi belirli bir zamana kadar tehir edin, erteleyin.

11. Bu arada sözünü ettiğimiz geçici dönemde mutlu olmayı, eskisi gibi gülmeyi, neşeli ve iştahlı olmayı vs. asla beklemeyin. Bırakın bir dönem de mutlu olmayıverin, ne çıkar bundan. Bugüne kadar her an mutlu oldunuz da ne oldu sanki! Bu zor dönemi dönemin niteliğine uygun bir duygulanımla yaşamaya çalışın. Bunda asla bir anormallik yoktur çünkü. Ağlamak sırf ağlamak olduğu için anormal değildir, insan bazen ağlayacaktır da, ancak ağlamak sadece gülünmesi gereken yerde olursa gariptir, tuhaftır. Sadece böylesi bir durumda hemen toparlanmaya çalışmak, ağlamayı kesmeye çabalamak gerekebilir.

12. Siz ayrılık acısıyla kanlı bıçaklı bir savaştasınız. Savaş ortamında barıştaki gibi kafeye, sinemaya, pikniğe, pastaneye gitmeyi, bütün bunları canı gönülden istemeyi, bunları gerçekleştirdiğinizde ise keyif alabilmeyi beklemeyin.

"Savaşta amaç yaşamdan eskisi gibi keyif almak değil, sadece ayakta kalabilmektir."

Bu "sınırlı etkili ve süreli geçici evrede" sizin için önemli olan sadece ayakta kalabilmektir. Bir süre için, daha sonrası için aza kanaat edebilmektir. Çoğu insan yaşamı boyunca aza kanaat edebiliyorsa siz de bunu yaşamınızın küçücük bir evresinde olsun bunu pekala yapabilmelisiniz.

Unutmayın. "Aza kanaat etmeyen çoğu bulamaz."

"Yapamıyorum" diyorsanız, sadece kendinizi kandırıyor, böylece toparlanabilmeyi haketmemiş oluyorsunuz demektir. "Ben yaşamak istemiyorum, illaki öleceğim" diyecek kadar güçsüz ve gayretsiz birisini savaş ortamında kimse hayatta tutamaz. Koskoca ordu bile.

13. Başkasından umduğunuzdan çok daha fazlasını evvela siz kendiniz için yapabilmelisiniz, hatta yapmalısınız.

14. O gün gelecek, görecek ve dediydi diyeceksiniz: 3, en fazla 6 ay sonra bu günlerinizi tebessümle yadedecek, konuşmaya bile değer bulmayacak, bunu zaman kaybı olarak telakki edecek, hatta yeni bir ilişkinin evliliğe dönük hazırlığına çoktan başlamış, davetiyelerin seçimi için internetten uygun bir matbaa da bulmuş, sadece katolog seçimleri konusunda, evet sadece onlarca çeşit arasından hangisini seçeceğiniz hususunda derin bir kafa karışıklığı yaşıyor olacaksınız.

İnsanoğlu neleri unutmuyor ki! Neleri unutmadı ki. Siz de hafızası nisyan ile malul olan bu garip türün tipik bir ferdisiniz sonuçta, bunu hiç unutmayın.

Psk. İzzet Güllü