• https://api.whatsapp.com/send?phone=05521012184
  • https://www.twitter.com/@kifsamer
  • https://www.instagram.com/psikologizzetgullu
  • https://youtube.com/@psikologizzetgullu

DEHB

HİPERAKTİVİTE HAKKINDA YAZI DİZİSİ (GAZETECİ METİN MÜNİR)

Milliyet Gazetesinin duayen yazarlarından Sayın Metin MÜNİR'in birkaç sene evvel, gazetesindeki köşesinde kaleme aldığı Hiperaktivite konulu yazı dizisini aşağıda alt alta paylaşmak istiyorum. Bu süreçte kendisiyle sürekli irtibatta olduk! Kendisi sağolsunlar benim de görüşümü aldılar. Hatta bir yazıda şahsıma atıfta da bulundu Cesur, duyarlı, kalemini satmayan yiğit biriydi. İlginçtir ki psikiyatri alanıyla ilgili yazı dizisinden sonra fazla geçmedi, gazeteden ayrıldı. Sebebi hakkında bir şey yazmadı. Kendisine Allah'tan uzun ömür ve sağlık diliyorum!

KÖPRÜ TRAFİĞİNDEN NEFRET HASTALIK MI

Her sene Avrupa ’da 165 milyon kişi, yani Avrupa Birliği nüfusunun neredeyse yüzde 40’ı, ruhsal bozukluk yaşar.

Bu rakam, Almanya ’nın Heidelberg kentinde toplanan, “Akıl Hastalıklarına Anlam Vermeye Çalışmak ” * isimli toplantıda, Dresden Teknik Üniversitesi profesörlerinden Hans-Ulrich Wittchen tarafından açıklandı.

Buna göre ruhsal bozukluklar arasında en sık rastlanan anksietedir. Anksiete, günlük hayat olayları karşısında duyulan aşırı kaygı, endişe veya vesvesedir.

Avrupalıların yüzde on dördü bu dertten mustarip.

Ardından uykusuzluk, depresyon, dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu ve demans (bunama) geliyor.

Ruhsal bozukluk bu kadar yaygınsa neden Avrupa oturup kalkmıyor? Nüfusunun yüzde kırkı kanser veya verem veya AİDS olsa herhalde olağanüstü durum ilan edilirdi.

Ama nüfusun yüzde 40’ı ruh hastası dendiğinde kimsenin kılı bile kıpırdamadı.

Bence bunun nedeni çok basit. Ruh hastasıdır denilen insanların büyük bir çoğunluğu hasta değil sadece, hayatın çekilmez hale gelmesinden acı, üzüntü, sıkıntı çekiyor.

Dünyayı el birliği ile yaşanamaz hale getirdik. Yaşamak; erkek kadın, çocuk büyük, evli bekâr, genç yaşlı birçok insan için zorlaştı, yük haline geldi, tatsızlaştı. Bunun insanların ruh hallerinde yaptığı olumsuz yansımanın adını ruhsal bozukluk koyarsanız sağlam insan bulmak zor olur.

Bozuk olan ruh değil hayattır. Ekonomik ve sosyal düzendir. Parçalanan aile, kötü okullar, hapishane benzeri işyerleri, dengesi altüst edilmiş doğadır.

Ruhumuz aynadır. Bu aynada insan cinsi olarak dünyaya ve hemcinslerimize yaptıklarımızın aksini görüyoruz. Ve bu bizi “hasta” ediyor.

Hasta etmiyor aslında. Mutsuz ediyor. Başa çıkamayacağımız korkusuyla dolduruyor. Yetersiz olduğunuz şüphesi yaratıyor. Endişelendiriyor. Aklımızı karıştırıyor.

Okuduğum psikiyatri kitaplarından birinde panik atak nedeniyle psikiyatriste giden bir kadın anlatılıyordu. Kadının işine gitmesi için köprüyü geçmesi gerekiyordu.Sabahleyin uyanıp bu yolculuk aklına geldiği andan itibaren içi çöküyordu. Evden büyük bir isteksizlikle çıkıp arabasına biniyordu. Köprü trafiğine yaklaştıkça içi daralıyor, bazen arabayı kenara çekip beklemek zorunda kalıyordu.

Psikiyatrist kadına “panik atak” teşhisi koydu ve bir ilaç yazdı.

Kadının iyileşip iyileşmediği kitapta yoktu. Ama iyileşmediğine garanti verebilirim. Kadın hasta değildi ki iyileşsin. Sadece, günde iki defa tahammül etmesi gereken olağanüstü tatsız bir deneyime doğal bir tepki veriyordu.

İnsan, yedi milyar başka insanla yaşamak üzere dizayn edilmedi. Dev metropoller, mesai haline gelen hayatlar, kesintisiz stres, rekabet ve alışveriş için de.

Olmamamız gereken yerlerde, yaşamamamız gereken hayatlara mahkûmiyetin adıdır ruh hastalıklarının hemen hemen hepsi.

Konferansta dile getiren bir başka gerçek ruhsal bozuklukların neden meydana geldiğinin bilinmezliğini koruduğudur. Dökülen bunca araştırma parasına rağmen psikolojik bozuklukların biyolojik kaynağı hâlâ meçhul.

Arayacaklar arayacaklar ama beyinde, hastalık dedikleri bu hallerin pınarlarını ve yollarını bulamayacaklar. Bulamayacaklar çünkü insan olmak bir beyin hastalığı değildir.

*Konferansla ilgili bilgi ve videoya alınmış bazı konuşmalar için:http://www.embo.org/science-pol…/science-society/…/2011.html

BAKANLIK KOLESTEROLDE HIZLI HİPERAKTİVİTEDE YAVAŞ

Sağlık Bakanlığı çocuklara dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu için verilen tartışmalı ilaçları görüşmek için bir alt komisyon kurdu.

Aradan üç aydan fazla zaman geçti. Hâlâ ortada bir karar yok.

Ama kolesterol düşürücü ilaçlar için kurduğu komisyon bir günde toplandı ve karar aldı.

Toplantı geçen pazartesi günü yapıldı. O gün akşam olduğunda eczacılık genel müdürü, cebinde hazırlanan açıklama, bakanı görmeye gidiyordu.

Birincideki yavaşlıkla ikincideki süratin nedenini, bence, rant ve lobicilikte aramak lazım.

Geçen sene 1,8 milyon kutuya yakın kolesterol ve trigliserid düzenleyici ilaç satıldı. Pazar büyüklüğü 300 milyon dolar civarında idi.

Dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğunun tedavisindeki ilaç pazarı nispeten daha küçüktür: 2010’da 610 bin kutu, 18 milyon dolar.

Rakamları karşılaştırınca, uluslararası ilaç şirketlerinin ve destekledikleri yerli meslek kuruluşlarının hangi sahada daha fazla adale göstereceğini tahmin etmek zor değil.

Bakanlık ilaç konusu gündeme geldiğinde Bilim Kurulu’na başvuruyor. Bilim Kurulu’nun listesinde hemen hemen hepsi akademisyen 500 kişinin ismi var. Uzmanlık konusuna göre listeden isimler davet edilip komisyonlar kuruluyor.

Üyelerinin isimleri, kimin başkanlığında toplandıkları, eğer varsa toplantı kuralları, nelerin nasıl tartışıldığı, hatta aldığı kararlar kamuoyu için meçhul. Sağlık Bakanlığı sitesindeki arama motoruna “Bilim Kurulu” yazarsanız karşınıza hiçbir şey çıkmaz.

Bir amaca özel, geçici, toplantıları birkaç saat süren böyle ad hoc komitelerle sağlıklı karar almak zordur. Böyle kararları, malumun teyidinden başka bir şey olmaz.

Göreceksiniz, hem kolesterol hem de dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu ilaçları konusunda açıklanacak kararlar eğer açıklanırlarsa ilaç lobisinin istediği şekilde olacak.

Tıp ve ilaçta doğru ile yanlışı birbirinden ayırt etmek sanıldığından çok zordur. Doktorlar dâhil, birçok kişinin doğru kabul ettiği birçok şeyin bilimsel kanıtı zayıftır.

Gene dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu ilaçlarına döneceğim.

“Çocuklarda psikiyatrik ilaçların uzun dönem etkisinin ne olduğuna dair bilgimiz kıttır. Titreme, kemik hasarı, üretkenlikte zaaf, obesite ve kalp krizi, diyabet ve felç riskinde artış anti psikotik ilaçların yan etkilerinden bazılarıdır. Kalbe zarar verebilir, gelişimi engelleyebilir. Depresyon ilaçları çocuklarda intihar riskini artırabilir. 
Peki bu ilaçlar işe yarıyor mu? Yaradığına dair elimizde bulunan kanıtlar kıttır ve çoğunlukla cesaret kırıcıdır. 
Birçok hasta, yıllardır psikiyatrik ilaçların daha çok zarar verdiğini, doktorların sandığından az etkinliğe sahip olduğunu savunuyor. Gitgide artan oranda bu hastaların haklı olduğu görülüyor. Eğer psikiyatri rasyonel olduğu iddiasını sürdürmek istiyorsa, çocuklar dâhil hastaları sadece ilaçla uyuşturmaktan vazgeçmeli, seslerine de kulak vermeye başlamalıdır.”

Yukarıdaki alıntı, kelimesi kelimesine, dünyanın etkin bilimsel tıp dergisi Lancet’tendir (Başyazı, Yıl 2008, Sayı 1194).
Sadece bu, Sağlık Bakanlığı’nın, uluslararası ilaç şirketlerinin ve tıp loncalarının açtığı patikalarda yürümekten vazgeçmesi için yeterli bir uyarıdır.

DEHB KONUSUNDA BAKANLIKTAN MEDET UMMAYIN

Üç ay kadar önce çocuklarda dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu konusunda bir dizi yazı yazdım.(*)

İlaç konusunda en sağlıklı istatistiklere sahip olan IMS’in verileri, Türkiye’de bu durumlar için reçete edilen ilaçlarda büyük artışlar olduğunu gösteriyordu. En popüler üç ilacın satışı, son üç yılda yüzde 51 artmış, geçen sene 610 bin kutuyu geçmişti.

Büyük bir olasılıkla, bunun nedeni, dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğunun artmış olması değildi. Teşhisin artmış olması, tedavi yöntemleri arasında ilacın ön sıraya çıkması idi. İlaçların ağır yan etkileri vardı ve uzun dönem kullanımda ne gibi sonuçlara yol açabileceği bilinmiyordu.

Bu yazılar üzerine Sağlık Bakanlığı Eczacılık Genel Müdürlüğü durumu incelemek üzere bir alt komisyon kuracağını açıkladı.

Bugün size “Bu komisyondan bir şey beklemeyin” demek istiyorum. Nedeni basit: Komisyonda sadece psikiyatristler var.

Hastalık olduğu bile tartışmalı olan dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu için ilaçları reçete edenler psikiyatristlerdir. Bu ilaçların kullanımında son yıllarda meydana gelen rekor büyümeyi yaratan da psikiyatristlerdir. Bunun nedeni dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğunun beyindeki kimyevi dengesizliklerden kaynaklandığı, ilaçla tedavi edilebilir olduğu inancının Türk psikiyatri camiasında baskın olmasıdır.

Psikiyatristlerden kaynaklanan bir sorunun sadece psikiyatristlerden kurulu bir komisyon tarafından bertaraf edilemeyeceği açıktır.

Böyle bir komisyonun etkin olması için mensupları arasında eğitimci, sosyolog, pedagog, psikolog, ilaçsız tedavi uzmanları, ebeveyn temsilcilerinin de bulunması gerekir. Çünkü ancak birçok disiplinin bir araya gelmesiyle dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğuna çare bulunabilir.

Bu yöntem Sağlık Bakanlığı’na göre değil. Bakanlık, ruh ve akıl hastalıkları ve bunların ilaçla tedavisi konusunda, uluslararası ilaç şirketlerinden ve psikiyatristlerden farklı düşünmüyor. Onlar gibi, bu hastalıkların, diğer hastalıklar gibi ilaçla tedavisine inanıyor. Şeker hastaları için insülin ne ise dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu için Ritalin veya Concerta odur, diye düşünüyor.

Bu görüşün doğru olduğu tartışmalıdır.

Ruh ve akıl hastalıkları konusunda sayısız biyolojik ve genetik teori var. Bunların biyolojik kaynağını bulmak üzere sonsuz miktarda araştırma parası harcandı. Ama nerdeyse yüz yıldır bunu kanıtlayacak kesin bir bulgu elde edilemedi. Genlerin ruh ve akıl hastalıklarının meydana gelmesinde etkin olduğuna dair kanaat da yaygındır. Ama bu da kanıtlanmış değildir. Ünlü psikiyatrist Sir Michael Rutter’in sözleri ile genler “ne psikolojik özellikler ne de akıl hastalıkları konusunda” karar verici değildir.

Buna rağmen akıl hastalıklarının ilaçla tedavisi Türkiye dahil bütün dünyada standart bir hale geldi. Bu uluslararası ilaç şirketlerinin ve dünya psikiyatristlerini etkisi altında bulunduran Amerikan Psikiyatri Derneği’nin elbirliği ile ortak çıkarlarını korumak için medyana getirdiği bir pazarlama faaliyetinin sonucudur. Bilimin değil. Özellikle çocuklar konusunda sakıncalıdır. Çocuklara verilen ilaçların çoğu sadece yetişkinler için büyükler için yaratılmış ve büyükler üzerinde denemiştir.

Sağlık Bakanlığı çıkar gruplarının baskısıyla değil çağdaş düşüncelerin etkisiyle hareket etmelidir. Her konuda rant odaklı düşünmek, her şeyde ithalatçı olmak, her şeyi Batı’dan kopyalamak zorunda değiliz.

* Yazıların hepsi burada okunabilir:
http://dikkatsiz.blogspot.com/

HİPERAKTİVİTE İLAÇLARI YENİ KAİDELERE BAĞLANACAK

Dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu için çocuklara ağır ilaçlar verilmesinin rekor boyutlara ulaştığı konusundaki yazılarım işe yaradı.

Sağlık Bakanlığı harekete geçiyor.

Sağlık Bakanlığı Eczacılık Genel Müdürü Saim Kerman dün beni arayıp psikolojik ilaçların ruhsatlandırılması ve kullanımı ile ilgili konuların yeniden ele alınacağını söyledi.

Kısa adı “Ana Komisyon” olan Beşeri Tıbbi Ürünler Ruhsatlandırma Danışma Komisyonu bugün (çarşamba) toplanacak ve genellikle psikiyatri ilaçlarının, özellikle çocuklara verilen ilaçların reçete edilme koşullarını gözden geçirmek üzere bir alt komisyon kuracak.

“Özellikle ilaçların çocuk dozu konusunda acaba hata ettik mi? Bu konuda uluslararası prospektüsleri yeniden gözden geçireceğiz” diye konuştu Kerman.

Kerman, komisyonda değişik görüşlerin temsil edilmesine itina göstereceğini söyledi.

Türkiye’de hiperaktivite bozukluğu ve dikkat eksikliğine psikiyatristlerin en sık yazdığı ilaçların satışında son üç yılda rekor bir artış meydana geldi.

En iyi satan ilaç olan Concerta satışları üç yıl öncesine kıyasla yüzde yüze yakın artarak 2010’da yaklaşık 250 bin kutu oldu. İkinci en çok satan ilaç olan Ritalin 225 bin kutu ile yüzde otuza yakın artış sağladı. Muhtemelen dünyada, bu ilaçların satışının, bu kadar kısa bir sürede, bu kadar hızlı arttığı bir başka ülke yoktur.

Oysa amfetamin benzeri bu ilaçların ağır yan etkileri var ve ne kadar tedavi edici oldukları tartışmalıdır.

ABD ve birçok Avrupa ülkesinde bu ilaçların altı yaş altı çocuklara verilmesi yasaktır. Bizde ise serbesttir ve anaokul çocuklarına bile verildiği biliniyor.

Türkiye’de de bu ilaçların belli bir yaşın altında kullanımı yasaklanmalıdır.

Ancak bu yeterli değildir. Bakanlık ayrıca, İngiltere’de olduğu gibi, dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu konusunda çocuklara ilaç vermenin ilk değil son çare olduğuna işaret etmelidir. Bunun için de ebeveynleri psikiyatriste değil psikoloğa müracaat etmeye teşvik etmelidir.

Psikiyatrist psikoloji eğitimi de almış tıp doktorudur ve psikolojik bozukluklar için ilaç yazmak eğilimindedir.

Psikolog ise ilaç yazamaz. Kendine müracaat edenleri konuşma yöntemi ile iyileştirmeye çalışır.

Psikologlar, birçok ülkede olduğu gibi, ülkemizde de psikiyatristlerin ve ilaç şirketlerinin baskısı ile kenara itildi. Oysa psikolojinin temel unsuru ilaç değil konuşmadır.

Umarım Sağlık Bakanlığı büyük bir yara olan bu konuya geniş açıdan bakar ve Türk halkının başındaki en büyük belalardan biri olan psikolojik hastalıklar ve ilaçlar konusunda reform yapar.

Kerman faydaları şüpheli başka ilaçların da mercek altına alınacağını söyledi.
“Kanser ilaçlarında benzer bir durum söz konusu” dedi. “Bazı kanser ilaçlarının zarar/yarar oranı bir anlam ifade etmiyor.”

HİPERAKTİVİTE: ŞİMDİLİK SON YAZI

Hiperaktivite bozukluğu ve dikkat eksikliği konusunda bir süreden beri yazdığım yazılara bugünden itibaren ara veriyorum.

Hiperaktivite bozukluğu ve dikkat eksikliği, kendisi tartışmalı olan psikiyatrinin en tartışmalı konularından biridir. Çünkü çocukları ilgilendiriyor. Bilim çevrelerinde hastalık olup olmadığı sorgulanıyor. Tedavisi çoğunlukla ağır yan etkileri olan ilaçlarla yapılıyor.

Sınırları belli değil: Yaramazlık veya başka nedenleri hiperaktivite diye tarif edilen şeyden ayırmak zor.

Bir örnek vermek gerekirse, kısa bir süre önce Amerikan Aile Terapisi dergisinde yayımlanan yeni bir araştırmaya göre ABD’de yanlış teşhis konan ve amfetamin benzeri ilaçlar verilen çocukların sayısı milyonları buluyor.

New England Çocuk Psikolojisi Merkezi ve Rhode Island Koleji Özel Eğitim Departmanı tarafından ortaklaşa yapılan bir araştırmaya göre “ADHD (hiperaktivite bozukluğu ve dikkat eksikliği) ilacıyla tedavi edilen beş milyon çocuğun çoğuna düzensiz yatma saatlerinin neden olduğu sahte-ADHD teşhisi konmuş olabilir.”

Türkiye’de kaç çocuğa hangi nedenlerle yanlış teşhis kondu, Allah bilir. Bu konuda, bırakın araştırma yapmayı, istatistik bile tutulmuyor.

En büyük sorunlardan biri “gerçek” hiperaktivite bozukluğu ve dikkat eksikliğini “sahte”den ayıracak röntgen, kan tahlili, MR, beyin taraması gibi tıbbi yöntemlerin olmamasıdır.

Bu yazıları yazmaktaki amacım pek tartışılmayan, hatta tabu sayılan bu konuyu tartışmaya açmaktı.

Başarılı olduğumu söyleyemeyeceğim. Gazeteler konuyu yok saymaya devam etti. Sağlık Bakanlığı, ısrarlı aramalarıma rağmen, konuşmadı. Psikiyatristlerden bir sürü düzeysiz mail aldım. Türkiye Psikiyatri Derneği’nin hücumuna uğradım.

Konu “beni tartışın” diye bağırıyor, oysa. Yazılarıma aldığım tepkilerden anlıyorum bunu. Çocuklara musallat olan bu belanın hem ebeveynler hem de bazı doktorlar için büyük bir dert olduğu çok açık. Ne yapacağı konusunda şaşkın birçok anne baba var.

Sağlık Bakanlığı onlara rehber olmayacak.

Batı ülkelerinde, bakanlıkların açtığı, halka yol göstermeyi amaçlayan birçok internet sitesi var. Bizde Sağlık Bakanlığı bu konulara uzak. Adeta “Başınızın çaresine bakın” diyor.

Tıpta doktorlarla ilaç şirketleri arasında, bu ikisinin çıkarlarını halkın önünde tutan güçlü bir koalisyon var.

Bu koalisyon hiçbir alanda psikiyatride olduğu kadar güçlü değildir. Çünkü psikiyatri tıp meslekleri arasında bilimsel temeli en zayıf olandır ve varlığını gerekçelendirmek için diğer mesleklerden çok ilaç şirketlerine ihtiyacı var.

Bu koalisyonun görünmez bir parçası yönetimlerdir. Politikacılar ve bürokrasiler de ilaç şirketlerinden nemalanıyor. Bu yüzden onlar da kendi çıkarlarını halkın çıkarlarının önüne koyuyorlar.

“İlaç endüstrisi ...hekimlerin reçete yazması üzerinde... ciddi etki gücüne sahiptir” diye yazdı Türkiye Psikiyatri Derneği Dış İlişkiler Sekreteri Dr. Halis Ulaş. “Hekimler ve ilaç endüstrisi arasındaki para ilişkisinin mutlaka çok kontrollü bir şekilde denetiminin yapılması gerekmektedir.”

Bunu Sağlık Bakanı’nın yapmayacağına emin olabilirisiniz. O bakanlığın kuruluş yasasını değiştirip Teftiş Kurulu Başkanlığı kaldırılmak ve müfettişleri araştırmacı ünvanıyla başka görevlere atamak peşinde.

Bunu yaparken büyük ilaç ve medikal firmalarını memnun etmekten başka nedenleri varsa öğrenmek isterim.

HİPERAKTİVİTE VAR ATLET YOK

On bir yaşında, Lefkoşa’daki İngiliz Okulu’na girdiğimde sene 1955, ada bir İngiliz kolonisi idi.

İngiliz Okulu adanın en iyi lisesiydi. Sınavla öğrenci alan tek okuldu. Okul eğitime olduğu kadar spora da önem verirdi. Sabah ders, öğleden sonra, yaşa göre, üç-dört gün, bütün öğrencilerin katılmak zorunda olduğu spor vardı.

Öğrenciler girişte dört renge ayrılır ve kırmızı, lacivert, mavi ve kırmızı renkler altında, lig usulü, futbol, kriket, hokey ve atletizmin hemen hemen her dalında mücadele ederlerdi.

Geniş bir alana yayılan okulun, küçük bir stadyumu, dört futbol sahası vardı.
Hayatımda başıma gelen en iyi şeylerden biriydi o okulun sınavını, nasıl olduysa, kazanmak. Dürüstlüğün en iyi politika olduğunu, sporda katılmanın kazanmaktan önemli olduğunu, disiplinli çalışmayı, kitap sevgisini orada öğrendim.

O okuldan mezun olalı bu yıl tam elli yıl oldu.

Liseden sonra, üç-dört yıl dışında, bu elli yılın üç-dört yıl dışında tamamını Türkiye’de geçirdim. Ne İngiliz Okulu gibi spora önem veren, sahaları olan, bir tek okul gördüm. Ne üniversite.

Ama hükümetlerin, öncelikle rant için, milyonlar harcadığı çok aptal proje gördüm. Olimpiyatlarda madalya toplayan ülkeler lise ve üniversitelerinde spor tesisleri olan ülkelerdir. Türkiye’nin dünya çapında atleti yok denecek kadar azdır çünkü okullarında tesisleri yoktur.

Sağlık Bakanlığı iki milyondan fazla çocuk ve ergende “klinik düzeyde sorunlu davranış” var der ama yirmi tane dünya çapında atletim var diyemez.

Sigara içen liselilerin spor yapanlara oranını da bilemez.

Sağlık Araştırması 2008 sonuçlarına göre toplam nüfus içinde 0-6 yaş grubundaki çocukların oranı %12,6 yani dokuz küsur milyondur. Türkiye İstatistik Kurumu’ndan aldığım bilgiye göre 2008 Sağlık Araştırması yapılırken “Bu yaş grubundaki çocuklara psikolojik hastalıklar ile ilgili soru sorulmamış olup, bu konuda bilgi mevcut olmadığından verilememektedir.”

Bu da herhalde Bakanlığın hiperaktivite bozukluğu, dikkat eksikliği gibi konulara duyarlılığının bir göstergesi olsa gerek.

Yedi yıllık ömrü bu yıl cenaze ile sonuçlanan Formula 1 kimine göre 300, kimine göre 500 milyon dolara mal oldu. Birisinin sorması lazım. Bu paralarla kaç spor sahası olan okul yapılabilirdi, kaç yüzme havuzu, spor alanı?

Ülkemizde 0-14 yaş arasındaki çocuk ve ergenlerin sayısı 18,5 milyondur.
Şehirlerde ve kasabalarda para harcanırken hükümetlerin, belediyelerin dikkate almadığı insanlardır bunlar.

Prof. Dr. Turgay Biçer’in sözleri ile bunlar “Spor yapma ve hareket alanları yok edilen, sokakları elinden alınan, estetikten, sanattan yoksun yetiştirilen, anlamsız bir sürü dersle kafaları meşgul edilen” çocuklardır. “Hâlâ delirmiyorlarsa, bu bile bir kazanç sayılabilir.”

Çocuklarını iyi eğitmeyen milletlerin geri kaldığı tek yarış spor sahalarında yapılan değildir.

DİKKATLİ ÖĞRETMENLERİN İYİ BİLDİĞİ ŞEYLER

Hiperaktivite ve dikkat bozukluğu konusunda geçenlerde bir anaokul müdüresine geniş yer verdiğim için bazıları tarafından eleştirildim.

Sebep basitti. Öğretmenlerin gözlemleri önemlidir çünkü ebeveynlerden sonra çocuklarla en çok vakit geçirenler onlardır. Aynı çocuklarla aylar, bazen yıllar geçiriyorlar. Bu da onlara eşsiz bir perspektif veriyor.

Hiperaktivite ve dikkat bozukluğunu gerçekten anlamak isteyenlerin başlangıç noktalarından biri öğretmenler olmalıdır.

Bu nedenle bugün de köşemi Nazilli’de Türk Dili ve Edebiyatı öğretmenliği yapmış olan Dilek Dede’ye ayırıyorum.

“Biz büyükler çocuklarımızın farklı kişilik özellikleri ve yetenekleri olduğunu kabul etmiyoruz,” diyor Dilek Dede. “Ben matematiği seviyorsam o tarihi sevemez, mesela. Ben doktor olamadımsa onu doktor yapmalıyım, veya.
Durum böyle olunca da o hiperaktif denilen çocuklar matematik dersinde öğretmen tarafından zor zapt edilirken müzik dersinde bir melek kesilebiliyorlar pekala.
Bunu veliye söylediğinizde ‘Ben müziği ne yapayım’ diyor, ‘matematiği iyi olsa ya.’ Yani bütün anne babalar çocuklarının matematiği, fiziği, kimyası iyi olsun istiyor. Zeka dediğin matematikle olur, yani.
Yazarak iyi para kazanan insanlar var, mesela. Okulda matematiği, kimyası iyi olmayan insanlar. Ama bunu hiçbir anneye anlatamazsınız.
Yani kısaca çocuklarımızın ilgi alanlarını ve yeteneklerini, hangi zekâyı taşıdıklarını doğru gözlemlemeliyiz. O doğrultuda onlara yardımcı olmalıyız. Aksi halde bazı çocuklar, hiç mi hiç ilgilerini çekmeyen bazı derslerde, hiperaktif olmak durumunda kalırlar; bazıları da depresyona girer veya tembel teneke olmayı seçerler. Çünkü onların kendilerine yapılan bu işkenceye dayanma eşikleri yaşıtları kadar yüksek değildir.
Bir öğrenciye bütün pozitif bilimleri ve sanat dallarını (edebiyat, müzik, resim) hem de çok detaylı olarak öğretmeye kalkarsanız, ilgisini çekmeyen derslerde bunalan çocukların gösterdiği bir tepki biçimidir bence hiperaktiflik. Yani biz büyükler eğitim sistemimizde hatalar yapıyoruz bedeli çocuklar ödüyor o ilaç adı altındaki zehirleri içerek ve bazı kötü niyetli insanlara para kazanma yolu doğuyor böylece.
Velilerin yüzde doksan dokuzunun gözünde, inanın abartmıyorum, Türkçe ders bile değildir. “Canım çocuğumuz Türkçe bilmiyor mu ki zaten” derler, onun anadili Türkçe. Ama bilmezler ve asla kabul etmezler ki asıl önemli ders Türkçedir.
Türkçede binlerce sözcük var ama çocuğun anladığı sözcük sayısı yüz, iki yüzle falan sınırlı. Çocuk veya genç, sözcüklerin anlamını bilmeyince cümleleri anlamıyor; cümleleri tam anlayamayan çocuk konuları nasıl kavrasın? Bir şey anlamasalar da yine sınıflarda altı yedi saat iyi oturuyorlar.
Aslında çözüm basit: Küçükken çocuklara okuma sevgisi ve alışkanlığı kazandırılmalıdır. Böylece çocuğun sözcükleri çoğalır ve anlama gücü kuvvetlenir. Öğrenmeyi sevmeye başlar. Çünkü kısa sürede öğrenir ve böylece öğrenme işi sıkıcı olmaktan çıkar. Arta kalan zamanını sevdiği aktivitelerle geçirir. Başarılı ve mutlu bir çocuk olur. Aile de mutlu olur. Hiperaktiflik ilaçlarına gerek kalmaz.
Dikkatli öğretmenlerin çok iyi bildiği bir gerçek vardır. Bu gerçek şudur: Öyle sabah akşam ders çalışan, okuldaki yazılılardan sürekli fazla puan alan çocuklar değil, okuma alışkanlığı olan çocuklar daha yüksek puan alırlar SBS ve ÖSS’de."

SAĞLIK BAKANLIĞI DOĞRU SAYMASINI BİLİYOR MU

Sağlık Bakanlığı birkaç ay önce 2011 -2023 yılları arasında uygulamaya konacak bir Ulusal Ruh Sağlığı Eylem Planı açıkladı.

Bu plan pek yeni olmayan iki çalışmaya dayanıyor: 1996’da tamamlanan Türkiye Ruh Sağlığı Profili Çalışması, 2004’te yayınlanan, Hıfzıssıhha Mektebi’nin yaptığı Ulusal Hastalık Yükü Çalışması, Türkiye Ruh Sağlığı Profili Çalışması.

Bakanlık, bunlardan hareket ederek önemli bir sonuca varıyor: Çocuk ve ergenlerde klinik düzeyde sorunlu davranış oranı yüzde 11’dir.

“Bu bulgu tıpkı Batı ülkelerinde olduğu gibi ülkemizde de ruhsal hastalıkların yaygın olduğunu göstermektedir” diyor Eylem Planı.

Bir şeyi olduğundan hafif ifade etme konusunda yarışma olsaydı herhalde bu cümle birinci gelirdi.

Türkiye’nin nüfusu 74 milyondur.

Türkiye İstatistik Kurumu’na göre 0-14 yaşları arasındaki çocuklar toplam nüfusun dörtte biridir.

Buna göre iki milyondan fazla çocuk ve ergen “klinik derecede” ruh hastasıdır.
Bu sayının doğru olabileceğine inanmıyorum.

“Bu rakama, günde en az elli çocuğa vizit yapan otuz senelik bir çocuk hekimi olan ben değil, hiçbir pediatrist inanmaz” diyor, Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları öğretim üyesi Prof. Dr. Zafer Kurugöl.

Psikolog İzzet Güllü de aynı fikirde: “Bu orana kesinlikle inanmıyorum. Eşyanın tabiatına, mevcut gözlem sonuçlarına ve dünyadaki bulgulara aykırı.”

Sağlık Bakanlığı’nın hesapladığı kadar çocuk klinik düzeyde ruh hastası ise, neredeler? Ve daha önemlisi, Sağlık Bakanlığı onlar için ne yapmakta?

Bu sorular bizi planının muhtemel rakam hatası dışındaki diğer büyük zaafı olan genellemelerden ibaret olmasına taşıyor.

Planda hiçbir hastalık veya bozukluk konusunda spesifik olarak ne yapılacağına dair bir şey yok.

İki haftadır üzerinde durmaya çalıştığım hiperaktivite bozukluğu ve dikkat eksikliğinin adı bile anılmıyor.

Oysa bu acil bir konudur.

Hiperaktivite bozukluğu ve dikkat eksikliği için Türkiye’de psikiyatristlerin yazdığı ilaçlar dünyanın hiçbir yerine görülmeyen bir hızla artmaktadır.

Bu ilaçların tedavi edici özellikleri konusunda fikir birliği yoktur ama vahim yan sonuçları vardır.

“Büyümeyi engeller (çocuklar için büyümenin önemi tartışılamaz)“ diyor, Profesör Kurugöl. "Tiroid fonksiyonları ve prolaktin düzeylerine etki eder. Ama en önemlisi kalp üzerine olan olumsuz etkileridir. Bu nedenle, kullanan çocukların çok yakın izlemi gerekir. İlaç başlamadan tüm hastaları konsülte ediyoruz.”

ABD Uyuşturucuyla Mücadele Dairesi (DEA) Amfetamin benzeri bu ilaçları, alışkanlık yapma özelliklerinden dolayı kokain, afyon ve morfinle aynı sınıfa koyuyor.

Bu ilaçların uzun vadeli kullanımının çocuklara verebileceği olası zararlar konusunda da çok az şey bilinmektedir.

Sağlık Bakanlığı, dünyadan ve Türkiye’den yükselen seslere kulak vererek harekete geçmelidir.

Teşhis salgınını zapturapt altına almalıdır.

Concerta, Ritalin gibi ilaçlarının kullanımı sıkı kurallara bağlamalıdır.

En azından, İngiltere’de olduğu gibi, altı yaşından küçükler için tamamen yasaklamalı, altı yaşından büyükler için “son çare” haline getirilmelidir.

Ebeveynler ve çocuklar plan istemiyor, çözüm istiyor.

PATLAYAN HASTALIK DEĞİL TEŞHİS VE İLAÇTIR

Türkiye’de hiperaktivite bozukluğu ve dikkat eksikliğine psikiyatristlerin en sık yazdığı ilaçların satışında son üç yılda rekor bir artış meydana geldi.

En iyi satan ilaç olan Concerta’dır. Bir tıp kuruluşundan aldığım rakamlara göre, Concerta satışları üç yıl öncesine kıyasla yüzde yüze yakın artarak 2010’da yaklaşık 250 bin kutu oldu.

Dünyada, bu ilacın satışının, bu kadar kısa bir sürede, bu kadar hızlı arttığı bir başka ülke olduğunu bilen varsa lütfen beni haberdar etsin.

Aynı dönemde, ikinci en çok satan ilaç olan Ritalin 225 bin kutu ile yüzde otuza yakın artış sağladı.

Neden meydana geldiği ne kamu ne de özel kurumlar tarafından araştırılmayan bu artışlar ürkütücüdür.

Çocukları bu ilaçlarla tedavi etmenin büyük riskleri var.

Bu ilaçların etkin hammaddesi olan metilfenidat bir merkezi sinir sistemi uyarıcısıdır ve amfetamine benzer.

Beyin üzerindeki etkisi kokain ile neredeyse aynıdır.

Farmakolojinin duayenlerinden Prof. Dr. Oğuz Kayaalp’in Tıbbi Farmakoloji kitabında kokain tipi bağımlılık ile amfetamin tipi bağımlılığın birbirine birçok yönden benzediği yazar.

Çocuk bu ilaçlara duyarlılık geliştirebilir, bu ise bağımlılığa yol açabilir.

Concerta’nın üreticisi olan Janssen “Birçok ülkede yaklaşık 50 yıldan beri güvenle kullanılan” ilacı için “güvenilirliği ve tolerabilitesi birçok klinik çalışma ile kanıtlanmıştır” diyor.(*)

Araştırmacı İlaç Firmaları Derneği AİFD’e göre Türkiye’de son yıllarda her kalemde artan ilaç satışlarının nedeni sağlık reformu dolayısıyla hastaların doktora ve ilaca ulaşımının kolaylaşmasıdır. Bu görüşü paylaşan psikologlar da var.

Bir başka görüş ülkemizde hiperaktivite bozukluğu ve dikkat eksikliği vakıalarının patladığıdır.

Bence bu açıklamalar ilaç satışlarındaki patlamayı, en iyi halde, kısmen izah ediyor.

Birkaç haftadan beri psikiyatristlerden aldığım sıfatlarla amatör, cahil, aptal ve yaşlı bir gazeteci olarak görüşüm patlayanın bozukluk değil teşhis olduğudur.

Ne kadar sağlıklı olduğu tartışmalı.

Çoğu kısa zamanda ve yüzeysel bir muayene sonucunda konulan bu teşhislerin ne kadar sağlıklı olduğu da tartışmalıdır.

“Acilen bu hastalığın teşhisinin yeterli ve objektif biçimde yapılıp yapılmadığı, amfetamin türü ilaçların tedavide bu kadar yaygın kullanımlarının gerekip gerekmediği araştırılmalıdır” diyor Tıp Kurumu Genel Sekreteri Ali Rıza Üçer.

Araştırılması gereken bir başka konu ruh sağlığı alanındaki hizmetlerin neden psikiyatristlerin tekeline teslim edildiği, bu konuda önemli bir fonksiyonu olabilecek psikologların neredeyse tamamen yok sayıldığıdır.

Hiperaktivite ve dikkat bozukluğuna kural olarak ilaç odaklı olarak yaklaşılmasının önemli nedenlerinden biri budur.

Bu konunun ayrıntılarına ve Sağlık Bakanlığı’na düşen görevler konusuna gelecek hafta gireceğim.

Metin MÜNİR - MİLLİYET GAZETESİ
http://dikkatsiz.blogspot.com.tr/search/label/DEHB